Anadolu Halısı' Bir Belgesel Çekiminin Ardından
Makale

'Anadolu Halısı' Bir Belgesel Çekiminin Ardından

Binlerce yıllık geçmişi olan dokumacılığın tarihi, insanın yerleşik yaşama geçmesiyle birlikte başlar. Tarım ve hayvancılığın gelişmesiyle insan; yünü eğirmeyi, boyamayı, dokumayı öğrenir. En büyük ilhamı doğadan alır.

Yazı: Müge ARAL

Fotoğraflar: Oğuz ÖZDEMİR, Tamer GÜNAL, Tolga SERT

Kirkitli dokumaları geliştiren Türkler, medeniyetlerin beşiği Anadolu’da var olan kültür birikiminden de faydalanarak zaman içinde bu sanatta ustalaşmışlardır. Öyle ki dokumacılık kültürü Anadolu’nun dört bir köşesinde her yöreye özgün olarak sürmüş ve dünyaya nam salmıştır. Ne var ki günümüzde bu gelenek giderek zayıflıyor. Bir zamanlar köy evlerinden kirkit sesleri yükselirken, şimdilerde halı tezgâhları evlerin depolarına kaldırılıyor.

Yine de Anadolu, halı ve kilim dokumacılığında kurak sayılmaz. Geçmişle kıyaslandığında çarpıcı bir azalma olsa dahi, bu geleneği devam ettirmek için gönül vermiş dokuyucular, usta öğreticiler tezgâhlarının başından ayrılmıyor. İstanbul Halı İhracatçıları Birliği (İHİB)’nin aylar süren keşif gezileri sonunda ulaştığı bu insanlarla çekimler yapıldı. Hikâyelerinin ekrana geleceği üç bölümlük belgesel dizisi tamamlandığında, Anadolu’nun dokumacılık atlası ortaya konmuş olacak.

Bu uzun yolculuklar dizisinde, çekim ekibi olarak halı ve kilim dokuyucularıyla buluşmakla kalmadık, onlarla aynı sofrayı paylaştık, onların çocukluk anılarını dinledik, tezgâh başında birlikte oturduk ve dokudukları yaygıların hikâyesini öğrendik. Kadim bir kültürü devam ettiren, toplumsal belleği soyutlamalarla dokudukları yaygılara aktaran, her bir ilmeğe kendi duygularını yansıtan bu zanaatkâr sanatçıların bazılarını bu satırlarda anlatmaya çalışacağım.

Mısır Kapçığı Dokuması

Yaz aylarında kumsallarda karşımıza çıkan hasır yaygıların nasıl dokunduğunu Artvin’in Şavşat ilçesinde öğrendim. Halk eğitimi merkezinde usta öğreticilik yapan Gülnaz Dede, bize hem yörenin dokumalarını anlattı hem de bizi Çayağzı mevkiindeki baba evinde ağırladı. İHİB’den Ahmet Hayri Diler, Bülent Metin, Serra Oruç ve çekim ekibini ağırlayan Fehminaz Gülnaz, kızlarına küçük yaşta öğrettiği dokumacılığı hala devam ettiriyor. Bahçede kurdukları ahşap tezgâhta ise mısır kapçığından yaygı dokuyor.

Bitkisel örücülüğün günümüze uzanan bu örneğini dokumak için mısır kapçıkları biriktiriliyor. Kurutulduktan sonra ıslatılıp, dikine şeritler halinde parçalara ayrılıyor ve ardından bu şeritler bükülerek ip haline getiriliyor. Tezgâhta dokuma yapabilmek için ipin önceden hazırlanmış olması gerek. Bu zahmetli işlemler, el birliğiyle daha hızlı ve zevkle yapılıyor.

Fehminaz Gülnaz, yıllar boyu dokumacılık yapmış. Kış aylarında evlerinde hasır, halı, kilim; bahar aylarında da ‘cicim’ (Atkı iplikleri arasına renkli desen iplikleri sıkıştırılarak ve dokumanın yüzeyinde kabartmalar oluşturularak yapılan düz dokuma kilim) dokunurmuş. Annesinin mesleğini sürdüren ve bunu isteklilere öğreten Gülnaz Dede, işine aşık bir kadın. Organizasyon becerisi, ataklığı, sabrı ve misafirperverliğiyle hepimizi etkileyen Gülnaz Hanım sayesinde Şavşat’ta dostlar kazandık. Bugün sipariş üzerine hasır örücülüğünü yapan bu becerikli insanlar, kökleri geçmişe dayanan bu sanatı birlikte yaşatıyor, geliştiriyor, kendilerinden sonraki kuşaklara aktarıyor. Halı ve kilim dokumacılığının geleceğini işte bu insanlar şekillendirecek.

Sarıkeçililer

Konar-göçer yaşamlarıyla basında sıkça yer alan yörüklerden Sarıkeçililer’i yaz sonunda Konya yaylalarında bulduk. Taşkent yakınında bir yaylada yazı geçiren aile, göç etmek için gün sayıyordu.

Hatice ve Ali Uçar’ın İHİB Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Diler’le tanışması, 1990 yılına dayanıyor. Ahmet Diler, 1990 yılında Hatice Hanım’ı yanında küçük çocuklarıyla dokuduğu çarpanaları (yün kuşak), çuvalları anlatırken videoya çekmiş. Aradan 30 yıldan fazla zaman geçmiş ama Hatice Hanım hala dokumaya devam ediyor. Taşkent yaylasında sohbet ettiğimiz Uçar çifti bugün torun sahibi. Konar-göçer yaşamın bir gereği olarak az yer kaplayan, hafif eşyalarla hareket etmeliler. Bu da dokumacılığı onlar için vazgeçilmez kılıyor. Ali Uçar, nam-ı diğer Kuş Ali, kıl çadırda geçirdikleri yıllar içinde çocuklarının hiç hasta olmadığını anlatıyor. Onları soğuktan ve rüzgârdan koruyan kıl çadır da Hatice Hanım’ın dokuması. Günümüzde çocuklarının dokuma öğrenmek yerine hazır almayı tercih ettiklerini, okula gittikleri için dokumayı bilmediklerini anlatıyor.

Uçar ailesinin göçü, yılda iki kez tekrarlanıyor. Çadırı kaldırmaya başladıkları anda develer yanlarına geliyor. Hatice Hanım dokuduğu çuvallara eşyaları yerleştirirken, Kuş Ali de bu çuvalları yine el dokuması çarpanalarla develere bağlıyor. Ailenin toparlanması iki saat kadar sürüyor ve ardından yola çıkıyorlar. 40 gün kadar sonra Mersin’e varacak ve kışı geçirmek üzere yerleşecekler. Ardından ilkbaharla birlikte tekrar Konya yaylaları onları bekleyecek.

İpeğin Yeniden Doğuşu

Mehmet Ünal, ipekçilik yapan bir ailenin dördüncü kuşağı. Bursa Büyükşehir Belediyesi ile birlikte yazdıkları projenin üretim sorumlusu olarak, 1810 yılında kurulmuş bir ipek fabrikası olan Umurbey İpek Üretim ve Tasarım Merkezi’ni ayağa kaldırmışlar ve kurdukları halı atölyeleriyle dokuyucu yetiştirmeye başlamışlar. Aynı zamanda İpek Müzesi olarak hizmet veren merkezde, Bursa ipeğinin serüvenini görmek mümkün. Mehmet Ünal, bir ipek fabrikasının içine doğan biri olarak, ipeği ve ipekböcekçiliğini Bursa’da canlandırmak için çalışmaktan gurur duyuyor. Kaybolmuş bir mesleği tekrar ayağa kaldırabilecek, yeni kuşaklara geleneksel el sanatımızı anlatabilecek, onların bu sanatı tanımasını, sevmesini ve sahip çıkmasını sağlayabilecek bu proje, Bursa ipeğini geçmişte sahip olduğu değere kavuşturacak potansiyele sahip. Kişisel olarak da Mehmet Ünal için aile geleneğini devam ettirmek anlamına geliyor.

Mehmet Ünal ipeğe öylesine gönül vermiş ki tepme mancınık adı verilen eski tip bir yöntemle nasıl ipek iplik elde edildiğini gösteriyor. Merkezin özelliği de bu… Eski tekniklere sadık kalarak hatta geçmişte var olan desenler üzerine çalışmalar yapılarak ipek dokumalar üretiliyor.

İpek halının üretim süreci, yün halılara göre çok daha uzun. Türkiye’de halı dokumacılığı belki eski günlerinden uzakta ama halı dokuyanların ulaştığı ustalık seviyesi öylesine yüksek ki bugün ipek halılara her türlü resim dokunabiliyor.

Hereke, ipek halıcılığın canlı olduğu merkezlerden biri.  Dört kuşaktır ipek halı üreten bir ailenin temsilcisi olan Nurhan Ör ile yaptığımız röportajda, metrekaresinde 400-600, hatta 1000 düğüm olan Hereke halılarının dokunabildiğini öğrendik. 2500 yıl önce Rus Arkeolog Rudenko tarafından Altaylar’da bulunan ve dünyanın bilinen en eski halısı olarak kabul edilen Pazırık halısının ipekten bir örneğini dokutan Ör, halının özgün desen ve renklerini de anlattı. Bugün orijinalinin Ermitaj Müzesi’nde sergilendiği halı, canlılığını koruyan renkleriyle şaşırtmaya devam ediyor. Yapılan çalışmalar, Pazırık halısında boyandıktan sonra fermente edilmeye bırakılmış yünlerin kullanıldığını ortaya koymuş. (Bkz: www.arkeofili.com) Bu da Demir Çağı’nda dokuma ve boyamaya dair tekniklerin ne kadar gelişmiş olduğunun bir göstergesi.

Göç yolları üzerinde bulunan Anadolu’da, çevresinden, anlatılardan, yaşadıklarından ve dışarıdan gelenlerden etkilenen zanaatkâr sanatçılar, kadim bir dokumacılık kültürünün yapı taşları oldular. Doğaçlamalarla, soyutlamalarla taçlandırdıkları bu dokumalar bugün bazı bölgelerde kesintiye uğramadan üretilmeye devam ediyor. Bazı bölgelerde ise tezgâhlar atıldıkları depolarda, tarihin tozuna karışıyor. Bu belgesel dizisi, hepimize belki unuttuğumuz, belki de göz ardı ettiğimiz önemli bir değeri hatırlatacak. Özellikle gençler bu değerleri öğrenirse, tanırsa; işte o zaman korumayı, sahip çıkmayı da öğrenecek.

İHİB Yönetim Kurulu Üyesi Serra Oruç

Anadolu Dokumacılık Geleneği Üzerine Kısa Bir Röportaj

Kalabalık bir ekiple gerçekleştirilen belgesel çekimlerinde İHİB Yönetim Kurulu Üyesi Serra Oruç da yer aldı. Samur Halıları ve Şark Halı Pazarı dördüncü kuşak temsilcisi ve iş geliştirme direktörü olarak, Anadolu’daki dokumacılık geleneğinin dününü ve bugününü, gelecek için İHİB olarak planlarını anlattı.

Halı ve kilim dokumacılığını dünü ve bugünüyle kıyaslarsak ne söyleyebilirsiniz?

İlk tekstil bulguları, neolitik çağlara kadar uzanıyor. Halı ve kilim dokumacılığı da Anadolu’da çok eski zamanlara dayanan bir gelenek. Özellikle kilim, yer sergisi, çadır, erzakları saklamak üzere çuval ve çok çeşitli ihtiyaçları karşılamak için farklı dokuma türleri eski çağlarda da karşımıza çıkıyor. Dokuma geleneği hep var ve devam ediyor. Anadolu’da beyliklerin oluşması, ardından imparatorluklar, Anadolu Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, çatı kuruluşlar altında halı ve kilim dokumacılığı devam ediyor.

80’ler sonrası neo-liberal politikaların benimsenmesi ile birlikte zanaatların yavaşladığını ve dokumacılığın da geriye gittiğini görüyoruz. Bu çatı kuruluşların -ki onlardan önemli bir tanesi de Sümer Halı’ydı- kapanması, Türkiye’deki halı pazarlayıcılarını yurt dışına yöneltti. Hindistan, Pakistan, Çin, Afganistan gibi Uzakdoğu ülkelerinden satın alma yapmaya başladık. Buradaki ürün ve malzemenin oraya gönderilerek yapılmasının denenmesiyle bile aynı kalitenin yakalanmadığını keşfettik. Fakat burada bu iş devam etmediği için aynı kaliteyi yakalayamasak da dünya standartlarında üretilen halıları satın alıp burada pazarladık. Ancak biz bu işin Türkiye’de devam edebilmesi için kaybettiğimiz kuşağın yeniden kazandırılması gerektiği kanaatine vardık. Eğer ki biz bugün yeni nesli, genç tasarımcıları bu işin içine çekebilirsek dokumacılık da yeniden canlanabilir. Bugün yalnızca çok az sayıda insan ve pek çoğu kendi çocuklarının çeyizi veya kendi ailesinin kullanımı için halı ve kilim dokuyor. Yeniden eski düzenimize dönebilmemiz, halı ve kilim dokumacılığını geçmişteki canlı günlerine kavuşturabilmemiz için birtakım adımlar atılmalı.

Rönesans Avrupa’sında Türk halılarını resimlerde görebiliyoruz. Kadim bir geleneğin ürünü olarak halı ve kilimlerimiz yurt içinde hak ettiği değeri görüyor mu sizce? Bu değeri artırmak için neler yapılabilir?

Yurt içinde halı ve kilimlerin hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum. Benim bu sektördeki 12. yılım ve ilk çalışmaya başladığımdan beri etrafımdaki genç kuşağın halıya karşı ilgisiz olduğunu deneyimledim. Pek çoğu ben halıcı olduğum için ev döşeyecekleri zaman akıllarına halı almak geldiğini beyan ediyordu. Bunun arkasında bu değerin çok uzun süredir bizim ülkemizde olması, dolayısıyla kanıksamamız olduğunu düşünüyorum. Artık konuşulmadığı için de farkındalık da kayboldu. Bugün hala Avrupa ve ABD’de pek çok koleksiyoner halıyla ilgileniyor; bu konuyla ilgili sempozyumlar, konferanslar düzenleniyor; müzelerde halı ve kilim koleksiyonlarının özel tanıtımları oluyor. Batıda bu etkinlikler gerçekleşirken, bizim ülkemizde pek çok Anadolu mirası halılar depolarda saklanıyor. Bunları sergileyecek büyük bir müzemiz bile yok. Sahip olduğumuz pek çok değer gibi bunu da kanıksadığımız için başka güncel koşturmaların içinde bu farkındalığı kaybettiğimizi düşünüyorum. Bu değeri artırmak için yine iş genç kuşağa düşüyor. Bu işi sürdürecek olanlar onlar. Bu aktarımın sağlanması lazım. Bu da belki bir sanatçı, tasarımcı iş birliğiyle olabilir; farklı disiplinlerle iş birliği yapılarak yeniden bu konu konuşulmaya başlanıp gündeme getirilebilir.

Tarih boyunca aslında bütün üretilen eserler; bu mimari bir eser de olabilir, çanak çömlek de olabilir, bir mozaik de olabilir, hep birbiriyle benzer dilde konuşmuş, aynı dönemin tasarım dilini yansıtmış. Bugün aslında biz internet aracılığıyla bazı yükselen değerleri, dünyada benimsenen trendleri araştırıp ilham almaya çalışıyoruz ama aslında Batı dünyasının yaptığı da bizim gibi tarihi zengin ülkelerden ilham alıp koleksiyon üretmek. Biz ise onların ürettiklerinden yeniden ilham almaya çalışıyoruz. Bu konuda farkındalık oluşması için hem basılı hem de sözlü yayınların artması gerek. En azından bu konuları araştıran kişilerin karşısına kaynak olarak da çıkabilir. Bu konu farklı disiplinleri etkileyip bir etkileşim alanı doğabilir ve bu değer yeniden konuşulmaya başlanabilir.

Alt sıra soldan sağa - Ahmet Çelik, Muharrem Kara, Mustafa Adnan İlhan, Levent Yılmaz, Uğur Uysal, Serra Oruç, Ahmet Hayri Diler, Erdal Oruç, İbrahim Geyikoğlu, Mustafa Kayhan, Abdülkadir Sarım, Nihat Yıldız    

Üst sıra soldan sağa - Erdal Baş, Abdullah İslam, Bülent Metin, Haşim Güreli, Muhammed Bedir, Faik Topak, Muhammet Solak, Ertuğrul Başdoğan, Nurullah Yörük, Kadir Söylemez, Hasan Altuntaş

Değişen çağ, hızlanan zaman el dokuması halı ve kilimleri hayatımızdan uzaklaştırdı. Bu da dokuyucuların sayısının azalmasına sebep oldu. İHİB olarak bu belgesel dizisi sizin için ne anlama geliyor? Hedefleriniz neler?

Tabii değişen çağ, teknoloji ve dünyanın dikte ettiği bir düzen var. Buna ayak uydurmamamız söz konusu bile değil. El dokuyucusu azalırken de makine halısı üretimi özellikle Türkiye’de çok hızlı yükseliyor. Türkiye halı ülkesi olarak biliniyor ve bu mirasın üzerine, bu birikimin üzerine kurulan fabrikalarla da makine halısı ticaretinde de dünyada önemli bir paya sahibiz. Bu konuda söz sahibiyiz. Bunu göz ardı edemeyiz ancak bir zanaat ve bu kadar eski bir gelenek, çok niş bir şekilde devam edebilir. Kişiye özel üretimlerle, mekâna özel uygulamalarla hem bir sanat eseri olarak, tıpkı geçmişte olduğu gibi günümüzde de belki daha soyut formlarda duvarlara asılarak, diyeceğim butik üretimlerle de devam edebilir.

Biz bu belgeseli çekmeye başlarken iki tane hedefimiz vardı. Birincisi bu geleneğin yeni nesle aktarılması ve buna bir sözlü kaynak bırakmak, bir arşiv bırakmak. Türkiye, halı ülkesi dediğim gibi… Fakat bu kadar kapsamlı bir çalışma daha önce yapılmadığı için aslında araştıran kişi de konuyla ilgili çok fazla kaynağa ulaşamıyor. Biz, bu çalışmanın bu eksiği gidereceğini düşündük çünkü görsel bir çağda yaşıyoruz. Anadolu dokumasını, Anadolu hayatını, Anadolu insanını anlatabilirsek yeniden bazı değerlerin hatırlanmasına yardımcı oluruz ve bu arşivi bir sonraki nesle aktarabiliriz diye düşündük.

Diğer bir hedefimiz ise buradaki değeri yurt dışına ihraç etmek. Hali hazırda pek çok pazarda Türk halısı çok kıymetli. Biz yeniden orada o ilgiyi uyandırırsak burada üretimi canlandırabiliriz. Hem içeride hem dışarıda bir hareketliliğe sebep olabiliriz diye düşündük. Günümüzün aslında en çok tercih edilen pazarlama şekli hikâyeler. Batı dünyası bunu çok iyi beceriyor. Hikâye satar. Bizim o kadar çok hikâyemiz var ki göz ardı ediyoruz zaman zaman. Biz de Anadolu’nun hikâyesini canlandırıp, bunu ilgili kişilere değerli ürün olarak dönüştürüp aslında bir kültür ihracı yapmayı hedefledik. Kendi kültürümüzü tanıtabilirsek bu bir halıya da dönüşebilir, başka bir esere de... Bu değeri yeniden hem insanların gözünde hem de ekonomik olarak yaratabileceğimize inandık.

Etiketler: kültür

Yazdır e-Posta