Makale

Fotoğrafın Evrensel Sancıları

“Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan… Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan… Ne görebiliyorsun ne duyabiliyorsun” Halil CİBRAN

Yazı ve Fotoğraflar: Gılcan Mete DELİBAY

“Her şey onu hatırlayan son kişi kadar yaşar.” Bu Kızılderili atasözü belki de fotoğrafın evrimsel sancılarını anlamamız için bir başlangıç noktası olarak alınabilir. Tanrı’nın insana bağışladığı ölüm kaygısı olmasa, yaşamaktan ya da hayatın içindeki korkulardan, mutluluklardan bu denli bir telaşımız hiç olmayacaktı. Tarih öncesi mağara sanatlarını incelediğimizde hayatın oldukça zor olduğu zamanlarda bile insanların duvarlara yaşamlarını çizmelerinin ardında yatan temel düşüncenin, ölüm sonrası hatırlanmak gibi temel bir insani zayıflık ya da kaygının sonucu olduğunu görebiliriz.

Fotoğrafın evrensel sancılarını üç başlık altında inceleyebiliriz. Bunlardan birincisi, fotoğraf makinesinin varlığının ortaya çıkması ile süregelen ve hala devam eden teknolojik gelişmeler, ikincisi fotoğrafın bu tarihsel süreçteki var oluş sancıları, üçüncüsü ise insanın kendi gelişimi ile fotoğraf sürecindeki sancıları olarak sayılabilir. Bu üç sürecin her birini kendi içerisinde irdelediğimiz zaman, fotoğraf makinesinin düşünce aşamasından gerçekleşme evresine kadar olan süreç, en uzun ve sancılı dönem olarak görünebilir. Bir sonraki süreç, fotoğraf makinesinin bulunmasından sonra, fotoğrafın izlediği tarihi yolda başarabildikleri ve izlediği uzun ve sancılarla dolu süreçtir. Son olarak da insanın kendi ömür zaman dilimi içerisinde fotoğrafa başlayarak, fotoğrafa bakış açısındaki kısa görünen ama en sancılı dönemin yaşandığı süreç...

Her konu kendi içinde başlı başına ele alınarak kitaplar dolusu cümle yazılabilir. Bu yazıda üstünde durmak istediğim konu, insanın kişisel fotoğraf evrimindeki sancıları. Fakat bu konuya geçmeden önce, fotoğrafın 1839’da Fransız Bilimler Akademisi Başkanı Arago tarafından duyurulduğu anda uzun süre ayakta alkışlanarak, tarihteki en büyük coşkuyla karşılanan buluş olduğunu hatırlatmak isterim. Sömürgecilik anlayışının başladığı 1800’lü yıllarda, yani İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin başını çektiği bu dönemde bile insanların kendi portrelerini gerçek bir kopya olarak elde ederek kendisinden sonraki nesillere aktarabilme imkanı, mağaralarda başlayan o aktarımların artık gerçek kayıtlarla saklanabilir olması, bu büyük coşkunun oluşma sebebiydi.

İlk fotoğrafın çekildiği 1826 yılına kadar olan uzun ve çok yönlü gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan fotoğraf makinesi çok ağır olduğu için taşıma zorluğu yaratırken, ilerleyen yıllarda kişilerin günlük kullanımlarına kadar ulaşacaktı. Daha sonraki süreçte çeşitli gelişimler ile hızlı ve büyük devrimler geçiren fotoğraf makineleri, sürekli ve çok çarpıcı yeniliklerle hayatımızda yer etmekte ve gelişmeye devam etmektedir. Önümüzdeki yıllarda artık piksel başına ISO değerlendirmeleri yaparak insan gözüne yakın dinamik aralıklarda fotoğraf çekmeye hazırlanan teknolojik gelişmeler için çalışmalar sürerken, femto ışık üzerindeki çalışmalarla üretilen fotoğraf makineleri göremediğimiz alanlardaki nesnelerin fotoğraflarının çekimini dahi mümkün kılacak gibi görünmektedir. Kim bilir belki de kilometrelerce uzakta bulunan sabit disklere küçücük kameralar ya da gözlüklerle çektiğimiz görüntüleri gönderip fotoğrafları depolayabileceğiz. Fakat gerçek olan bir şey var ki kameralar ne kadar gelişirse gelişsin, hayatın içinden görüntünün seçilmesi, estetik bakışı ve yorumlanması insana ait bir özellik olarak yaratıcılığını koruyacak tek unsur olarak kalacaktır. Kameralar ve görüntüleme sistemleri uzun süreli bu tarihsel sancılarının ardından, artık günümüzde çok hızlı gelişmeye devam etmekte ve kapitalizmin acımasız yarışı içerisinde yepyeni imkanları, fotoğraf çekmek isteyenlerin kullanıma sunmaktadır.

Diğer evrensel sancılarından birisi de fotoğrafın hayatımıza girmesi ile başlayan süreçte amacı ile aldığı yoldur. İlk yıllarında uzun pozlama sürelerine rağmen fotoğraf bir portre aracı olarak serüvenine başlarken, devam eden dönemde belge, istihbarat, durum tespiti için kullanılmaya başlandı. Fotoğrafın ilk sanatsal çalışmaları, resmin tarihi sürecindeki gibi dinsel temalı olarak başlamıştır.

Günümüze kadar gelen çalışmalar sonucunda fotoğraf halen birçok alanda belge niteliğinin yanı sıra, çeşitli türlere ayrılmıştır. Ticari amaçla yapılan fotoğraf çalışmaları dışında kalan bu türler, kişilerin görsel algılama yatkınlığı doğrultusunda çeşitlenirken, teknolojik gelişmelere paralel olarak yeni çekim türleri oluşmakta ve yapılan çalışmalar hızla tüketilerek fotoğrafçıları yeni arayışlara doğru yönlendirmektedir. Fotoğrafın ticari, belgesel ve haber niteliği dışında evrensel bir dil olması itibariyle sanatsal çalışmalarda kullanımına devam edilmektedir.

Teknolojik ve kavramsal süreçlerin sancısından daha fazla olan bir sancı var ki kısıtlı bir zamanda var olan insanoğlunun bu zaman aralığında yaşadığı kişisel fotoğraf sancılarıdır. Fotoğrafa başlayan her bireyin kendi içinde aşağı yukarı yaşadığı benzer durumlar çerçevesinde, büyük bir merakla ve istekle başlanan fotoğraftan uzaklaşmalar, ayrılmalar, isteksizlikler, başarılar ve tatmin olunamayan durumlar oluşmaktadır.

Fotoğraf… Işıkla yazmak… İşte bu sihirli kelimeler eşliğinde etkili bir fotoğrafla tanışan birçok insanın, büyüsüne kapılarak heyecanla peşine düştüğü sancılı serüven...

İnsanın görme sistemi, yansıyan ışıklar üzerinden oluşmaktadır. Esasen görme sistemimizin bir kopyası olan kameralar, kusursuz bir görme yeteneğine sahip olan insan gözü karşısında bir taklitten ibarettir. Doğru bir başlangıç için “ışık” kelimesinin anlamı ile yola çıkmak kadar, kelimenin içindeki ışığı çok doğru kavramak gerekiyor.

Doğal ya da yapay ışık kaynakları içinde bulunan renkler bir nesneye, yüzeye çarptıktan sonra yansıyan ışığı görüyoruz biz. Peki, ışığın içinde hapsolan, sahiplenilen renklerin dışında kalan ve madde tarafından reddedilerek dışarıya yansıtılan rengi gördüğümüzde ne düşünüyoruz?  Mesela kırımızı bir gül gördüğümüzde çoğumuz içimizden “Ne güzel bir kırmızı gül!” diyerek kırmızı renge anlamlar yükleyip, ona duygularımızın temsili olarak bakıyoruz. Bir de şu açıdan bakalım: kırmızı gülün özünde, kırmızı hariç tüm renkler kalırken, çiçeğin kendinden kovduğu “kırmızı”yı güzel kabul etmek, maddenin kabul ettiği renkleri reddetmek anlamına gelmez mi? Burada Halil Cibran’ın sözünü anımsatmak istiyorum: “Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan… Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan… Ne görebiliyorsun ne duyabiliyorsun!”

İşte bu, fotoğrafın başlangıç ve en büyük sancısıdır. Her fotoğraf serüveninin başında insanın kendine sorması gereken temel soru da bu olmalı. Fotoğraf makinesi ile sadece herkesin gördüğünü görecekseniz, herkesin duyduğunu duyacaksanız, aslında çok da bir şey yapamayacaksınız.

Fotoğraf sevdasının başlangıcındaki en büyük sancı, kamera ve ekipman seçimleriyle ilgilidir.  Konuya ve teknik detaylara yabancı olan kişilerin bu safhadaki gerginlikleri çok yorucudur. Kısıtlı ya da yeterli imkanla alınacak olan kameranın, bütçenin karşılığındaki en iyisi olması beklenir. Araştırmalar yapılır ama mutlaka bir tanıdık tavsiyesi istenir. İşte burada yardım istenen kişinin bilgi ve tecrübesi çok önemlidir. Genel olarak kişiler kullandıkları ve alışkın oldukları kameraların en iyisi olduğundan bahisle tavsiyelerde bulunurlar. Bu dönemde, bir yıl önce harikalar yarattığı düşünülen kameralar yerle bir edilir. Şu anda kullanılan kameraların da birkaç yıl sonra uğrayacağı akıbet budur aslında. Kameraların ve en önemlisi lens seçeneklerinin imkanlarını reddetmek doğru bir yaklaşım olamaz ancak fotoğrafın bütün başarı öyküsünü de bu sistemlere bağlamak büyük bir yanılgıdan ibarettir.

Başlangıç aşamasındaki bu zor süreç, imkanlar, araştırmalar ve tavsiyelerle aşıldıktan sonra ikinci sancı evresi olan “öğrenme” başlar. Bu aşama, kameraların temel özellikleri ve fotoğrafı oluşturan kompozisyon, ışık gibi temel kavramlar üzerinde bilgilenme dönemidir. Bu kısım “Ben bunu yapamayacağım diyenlerin pes ettiği ama başarılı olanların kendisini fotoğraf dahisi hissettiği dönemdir. Çekilen ilk fotoğraflar kişiye geçici bir mutluluk verir ve zamanla bunların yeterli olmadığının farkına varılır. Bu aşamayı geçenler çok çalışarak ve araştırarak bilgilerini artırıp süreci daha hızlı tamamlayabilir.

Sancılar arttıkça fotoğrafta alınan yolda ilerlemeye başlanmaktadır.

Denemeler, çalışmalar, her görülenin çekilmeye değer bulunmasının ardından, ışığın sihrinin farkına varılır ve daha doğru ışık koşullarında, daha düşünülerek oluşturulan fotoğraf karelerine ulaşılmaya başlanır.  Artık teknik ilerlemiş, ekipmanların detayları yerine oturmuş ve fotoğraf için katlanarak büyüyen bilgilere ulaşılmaya başlanmıştır. Çekilen fotoğrafların düzenlenmesi için de bilgiler geliştirilmiş, fotoğraflar daha etkili görselliğe ulaşmaya başlamıştır. Artık fotoğrafçı hayatın içinde bakış açısına göre doğru ışığı, doğru zamanlamayı, doğru seçimleri yapabilmekte ve yerleri belli, örnekleri belli olan çalışmaların benzerlerini, hatta daha iyilerini oluşturabilmektedir.

Uzun bir süre bu şekilde devam edecek çalışmalar, bir süre sonra yerini bıkkınlığa, yaratıcıktan yoksunluk ile moral bozukluğuna terk edebilir. Bu zaman dilimi kişinin kendi benliği ile aşabileceği süreyi belirlediği dönemdir. Bir eşiğe gelinir ve bu eşikten geçmek ya da kalmak arasında tercihler sorgulanmaya başlar. Fotoğrafı hayatına ticari olarak almayanların, haber - belge niteliğinde çalışmayan kişilerin vazgeçme evresidir bu. Aslında bence tam da fotoğrafın başlangıç noktası burasıdır.

Teknik sorunlar çözülmüş, doğru kompozisyon ışık kullanımları tamamlanmış ve estetik açıdan güzel fotoğraflar ortaya konulmuş, beğeni ve ilgi tatmini doyuma ulaşmıştır. Bilinen fotoğraflar taklit edilmiş, aynı yerlerde fotoğraflar çekilmiş ve ışığın büyülü atmosferinde oluşturulan görseller beğeni ile taçlandırılmıştır. Peki, bundan sonraki süreç ne olacaktır? 

Yaratıcılık, sanatsal ruh bu durumlarda devreye girip, kişiyi ilerletecek ya da kısır döngüye dönüşen tekrarlar isteksizlik oluşturacaktır. Artık fotoğrafçının doğum sancısı başlamıştır.  Çok şiddetli, acımasız ve büyük bir sancı! Fotoğrafçı burada kendisine yönelen ışıkları görmeyi bırakıp, gösterilen fotoğrafların peşinde koşmayı terk edip yola öyle devam etmelidir. Bu yol, ışıklar sönünce kişinin kendi içini görerek ulaşabileceği bir yoldur. Bu aşamada kişi kendini sorgulamaya başlamalı, korkularını, umutlarını, bilinçaltındaki artılarını - eksilerini görmeli, artık dışarıdan kameraya gelecekleri değil, içinden anlatacaklarını kamera aracılığı ile yazma sancısını duymalıdır. Bu, fotoğrafın gerçekten doğma anı ve en güzel zamanıdır.

Şimdi elinize bir taş alın, bakın, taş sizin için ne ifade ediyor? Ya da bir ağaç, bank, eşya, simgeler… Her şeye artık içinizle bakın. Mesela taşın taş değil de kale olduğunu, yol olduğunu, ev olduğunu, köprü olduğunu, un öğüttüğünü, ateşi oluşturduğunu düşünün.   Hatta ölümlerde mezarın başına dikilip sonsuzluğun o birkaç metrekarelik alanında beklediğini düşünün. Artık taş, taş değildir. Taş kalpli sözü size bir anda yersiz gelmeye başlayabilir. Sorgulamaya başlayabilir, tartışmak isteyebilir, sadece yansıyan ışığın ya da söylenen sözün dışındaki her şeyi duymaya başlayabilirsiniz.

Başka bir örnek daha vereyim: Birçok yerde çok güzel, eski, ilginç, renkli ve gösterişli kapılar çekebilirsiniz. Her fotoğrafçının ilk anda ilgisini çeken şeylerdir bunlar... Şunu yapın: Bir kapıyı 45 derece açıyla aralayın ve içeri geçin. Karanlık bir oda olduğunu, kapının 45 derecelik açısından içeriye harika bir ışık girdiğini hayal edin... Hadi hayal edelim şimdi. O kapının aralığından, o harika ışıktan sizin için oraya ne girebilir? Işığın düştüğü kapı aralığından dışarıya ne çıkabilir? O aralıktan içeriye, evin bir canlı dostu girebilir, sokakta oynarken kirlenmiş bir çocuk, yeni doğmuş bir bebek, bir gelin, bir hasta girebilir... Kapının sizdeki karşılığı nedir bunu sorgulayın. Güven mi? Huzur mu? Sıkıcılık mı? Uzaklaşmak istediğiniz bir yer mi? Kendinizi sorguladığınızda o kapıdan girecek – çıkacak onlarca fotoğraf karesi hayal edip o fotoğrafı çekebilirsiniz. Hissettiklerinizi aktarabilirseniz, izleyen kişilerde ışıkla yazdığınız görüntünün duygusal karşılığını okuyabilirsiniz.

Fotoğrafçının doğum evrelerinden ilki başlangıçtır. İkinci doğumu ışığı keşfetmesi, fotoğrafı oluşturma başarısı, düzenlemeler ve seçimler ile estetik açıdan ve konusu bakımından güzel fotoğraflar çekmesidir. Son evre ise fotoğrafçının kendi ruhunu keşfederek anlatım diline ulaşması, kendi ruhunu kamera aracılığı ile ışıkla yazarak okunmaya açmasıdır. İşte fotoğrafçının gerçek doğumu da budur. Çünkü dünya sizin güzel fotoğraflarınızı görür ve görsel verilerden oluşturulan milyarlarca fotoğraf çöplüğünün içine atar. Düşünün ki dünyada her gün milyarlarca fotoğraf verisi oluşturulmaktadır. Bu kadar verinin izlenmesi ya da sergilenmesi mümkün değildir. Fakat tüm dünyada tanınan fotoğrafçılar ve akıllarda kalan fotoğraflar vardır. Bu başarıları okurken, bu kişilerin harcadıkları zaman, emek ve azmin dışında kişilik olarak kendilerini çözümlediklerine dikkat edin. Siz söz söylemeye başladığınızda ve bu sözünüz dinlenebilir olduğunda duyanlar da artacaktır. Unutmayın, dünya güzel çektiğiniz fotoğraflara bakıp geçer. Güzel fotoğraf sürekli üretilecektir. Fakat bir müze, bir galeri, sizlere “Elinizde ne var, mesajınız sözünüz ne?” dediğinde, sizin bir sözünüz portfolyonuz olmalıdır.

Simyacıların temel amaçları, değersiz metalleri altın ya da gümüş gibi değerli metallere çevirmek ve insan vücudunu, ruhunu olabilecek en üst, en saf ve en sağlıklı seviyeye getirerek sonsuz gençlik ve ölümsüzlüğü keşfetmekti. Sahibi olan kişiye ölümsüzlük getirdiğine inanılan ve metalleri altına çevirdiği düşünülen felsefe taşını bulmayı başaramayan simyacılar, “kimya”nın da temelini oluşturmuştu. Kim bilir belki de fotoğrafçılar, değersiz görünen görüntüleri, içlerindeki sanatsal bakış ile olabilecek en güzel hale getirerek, insanlara ölümsüzlük taşı değil belki ama baktıklarında ve okuduklarında dünyaya iyi gelecek umutlar ortaya koyacaktır.

Fotoğrafçının biyolojik doğum gününün yanı sıra, kişisel gelişim doğumu da bir doğum günüdür. Bu doğuma ulaşanların doğum günleri kutlu olsun.

“İnsan kendisini hatırlayan son kişi kadar yaşar.” diyorduk başlarken. Sizleri hatırlatacak fotoğraflarınızın olması dileğiyle…

     

             

 

 

 

Etiketler: fotoğraf, ileri fotoğrafçılık

Yazdır e-Posta