Makale

Assateague Adası: Vahşi Atların Cenneti

Assateague Adası, ABD’nin doğu kıyısındaki Delmarva Yarımadası’nın önünde anakaraya paralel olarak 60 kilometre boyunca uzanan ince, yassı, kıyılarında rüzgârın ve gelgitin oluşturduğu kum tepeciklerinin olduğu bir ada. Bu tür adalar okyanuslardaki şiddetli fırtınaların önünde bir duvar gibi set oluşturup hızını keserek, anakaranın kıyılarını koruduğu için ‘bariyer adası’ olarak adlandırılırlarmış. Adayı ziyaretçiler açısından cazip kılan ise sadece güzel doğası değil, aynı zamanda orada yaşayan vahşi atlar.

Yazı ve Fotoğraflar: Sevgin AKIŞ RONEY

Kampta gezinen atlar

Kampta gezinen atlar

Baltimore’daki evimizden arabayla üç saat uzaklıktaki bu güzel adaya geçtiğimiz yaz iki kez ikişer günlüğüne gidip kamp yaptık. İlk ziyaretimiz haziran ayının başındaydı. Adanın “Assateague State Park” diye anılan kısmındaydık. Verrazano Köprüsü’nden geçip adaya girdiğimiz anda yol kenarında yeşillikler içinde otlayan birkaç tane at gördük. Hemen arabadan inip fotoğraf çekmeye başladım. Çadırımızı kurduktan sonra kumsala gidip uzun bir yürüyüş yaptık. Su masmavi ama soğuktu, ayaklarımızı sokmakla yetindik. Gece minik çadırımızda doğanın sesini dinleyerek uyuduk. Ertesi sabah gün ağırırken yine sahildeydik. Daha önce vahşi atların erken saatte kumsalda çekilmiş muhteşem fotoğraflarını görmüştüm. Belki atları sabah sisi içinde ben de görebilirim diye düşünüyordum ama maalesef olmadı. Onun yerine, sahildeki balıkçıların, ince uzun tahtanın üstünde durup tek kürekle, doğan güneşin su yüzeyinde oluşturduğu altın renkli ırmağın içinden geçen sörfçünün fotoğraflarını çektim. Her şey bir rüyaydı sanki... Gün içinde Assateague’nin hemen yanı başındaki Ocean City’ye gidip geldik. Atlantik kıyısında tipik bir “resort” olan Ocean City, yazları ortalama 8 milyon ziyaretçiyi ağırlayarak Maryland’in en kalabalık ikinci şehri oluyormuş. Bence cazip olan bir tarafı yoktu. Karnımızı doyurup bir süre dolaştık ve döndük. Akşam üzeri yine uzun bir yürüyüş yapıp, bol bol ortalıkla keyifle dolaşan atların fotoğraflarını çektim. Gece şiddetli bir fırtına çıkınca arabada uyumak zorunda kaldık. Sık sık çakan şimşeklerle bölünüp durdu uykumuz. Ertesi sabah çadırımızı toplayıp kamptan ayrıldık.

Altın renkli ırmak

Assateague Adası’na ikinci kez, tam iki ay sonra ağustos başında gidip, bu kez “Assateague Island National Seashore” denilen farklı bir kısmında kaldık. Yeni aldığımız daha büyük çadırımızı kurup, hemen sahile gittik. Hava sıcak ve kumsal oldukça kalabalıktı. Okyanuslar bence yüzmek için cazip sular değil ama Atlantik bu kıyılarda yine mavi renkli ve cazipti. Yüzerken bir ara gözlerimi kapayıp, Ege Denizi’ndeymişim gibi yaptım! Gün boyu kumsalda oyalandıktan sonra akşama doğru kamp alanımıza dönüp ateş yaktık. Hintli bakkaldan aldığımız sucuğu ve süt mısırlarını pişirip yerken, bir grup at otlana otlana etrafımızda dolaşmaya başladı. Yemek kokuları iştahlarını kabartmış olsa gerek (!), yan tarafımızdaki kalabalık bir ailenin piknik masasındaki yiyecekleri yemeğe başladılar. Onlar da masayı bu davetsiz misafirlere terk ederek, ellerinde tabakları bir kenara çekildiler. Masanın üstündekileri yedikten sonra doymamış olacaklar ki bizim tarafa doğru gelmeye başladılar. Biz de buyur ettik elbette! Yarım saat içinde -hiç acele etmeden- açıkta bıraktığımız ne varsa hepsini silip süpürdüler. Biraz uzaktan atları seyrederken, “biz insanlar doğadaki diğer canlıların hayatlarına hoyratça müdahale ederek, yaşamlarını tehdit ediyoruz, şimdi söylenmeye hakkımız yok” diye düşündüm. Bir süre sonra kamp görevlileri gelip atları usulca uzaklaştırdı.

Kampta gezen atlar

  Kamp masamıza gelen atlar

Ertesi sabah erkenden yine heyacanla sahile gittik, atları belki bu kez kumsalda görebiliriz umuduyla. Sazlıklarla kaplı kum tepeciklerini geçince, uzakta sisler arasında birtakım karaltılar gördüm. “İnşaallah yanılmıyorum” diyerekten hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Yaklaştıkça yanılmadığımı anladım. On kadar at dalgaların dövdüğü sahildeydi. Kimi uzanıp yatmış, kimi ayakta öylece duruyorlardı. Sanki başka bir dünyadaydım. Kâlp atışlarım hızlandı, gözlerim yaşlarla doldu. Uzun süre seyrettim bu güzel manzarayı ve elbette fotoğraf çekmeyi ihmâl etmedim! Peki, nereden ve nasıl gelmiş bu atlar bu adaya? Söylenceye göre, 300 yıldan daha fazla bir zaman önce batan bir ispanyol kalyonundan sağ olarak kurtulup adaya çıkabilen atların soyundan geliyorlarmış. Ancak bu hikâyenin doğruluğu kanıtlanmış değil. Daha akla akın olan açıklama ise şöyle: 17. yüzyılda serbestçe dolaşıp otlanan atlar, inekler, koyunlar ve domuzlar etraftaki çiftliklerin ürünlerine zarar verdiğinden, her çiftçi hayvanlarını bir ağıl içinde tutmak ve onlar için vergi ödemek zorundaymış. O dönemde de insanlar vergi vermekten hoşlanmadığından, yöredeki çiftçiler hayvanların serbestçe karınlarını doyurabileceği, sulak bir alana sahip doğal bir barınak olan Assateague Adası’na salmış bu güzel atları. Günümüzde Maryland toprakları içinde yer alan bu iki bölgedeki vahşi atların toplam sayısının 80 -100 arasında olduğu söyleniyor.

Komşunun masasına gelen atlar

Eve dönüş yolunda Patrick ve ben öyle keyifliydik ki Assateague Adası’nı “Maryland’de en beğendiğimiz kamp alanı” olarak ilân ettik! Önümüzdeki sezonda ilk sırada adanın Virginia’ya ait olan güneyindeki “Chincoteague National Wildlife Refuge” kısmında kamp yapmak var. Oradaki atlar, bizim ‘midilli’ diye tabir ettiğimiz minik atlarmış. Bakalım, gün ola harman ola... 

Sahildeki atlar

   

Sahildeki atlar

Etiketler: kültür, fotoğraf

Yazdır e-Posta