• Anasayfa
  • Makale
  • “İzmir’de Beni En Zorlayan, İnsanların Acı Bekleyişlerini Fotoğraflamaktı” EPA Foto Muhabiri Erdem Şahin
Makale

“İzmir’de Beni En Zorlayan, İnsanların Acı Bekleyişlerini Fotoğraflamaktı” EPA Foto Muhabiri Erdem Şahin

Savaşta, barışta, felakette, yolda izde, her yerdeler foto muhabirleri. Birçoğumuzun uzak durmak isteyeceği olayların ortasında görünmez bir göz olup, olanı biteni tüm gerçekliğiyle kaydederler. O kameralar milyonlarca göz oluverir, o kayıtlara sonsuz kez bakılır. En son İzmir depreminde ne kadar önemli bir iş yaptıklarını hatırladığımız foto muhabirlerinden Erdem Şahin’e hem mesleğini hem de İzmir’de yaşananları sorduk.

Çalıştığınız ajans EPA hakkında kısaca bilgi alabilir miyiz?

European Pressphoto Agency (EPA) merkezi Almanya'da bulunan global bir haber fotoğrafı ajansıdır. 1985 yılında yedi Avrupa ülkesinin haber ajansı tarafından kurulmuş, akabinde dünyaya açılmıştır. Bugün dünya çapında yaklaşık 400 fotoğrafçısı ile günde ortalama 2 bin fotoğrafı gazete, dergi, haber sitesi gibi aboneleri için üreten bir ajans. Türkiye'de de 1'i şef olmak üzere ve 3 fotoğrafçısı bulunuyor.

              

  

Ajans ile çalıma sürecinizi anlatır mısınız? Size iş nasıl geliyor? Ne tür işleri fotoğraflıyorsunuz?

EPA ile çalışmaya 2013 yılında başladım. O dönem hala Kocaeli Üniversitesi GSF Fotoğraf bölümünde öğrenciydim. Gezi parkı protestoları ile ilk kez fotoğraflarım EPA'da yayınlanmaya başladı. Akabinde bir süre stringer (sözleşmesiz gibi) fotoğrafçı olarak çalıştım. 2017 yılında kadrolu oldum ve hala görevime devam ediyorum.

Uluslararası haber ajanslarında görev yapan her foto muhabirinin kendi ülkesindeki gelişmeleri takip edip, kendi gündemini belirlemesi görevinin bir parçasıdır. Dolayısıyla biz de Türkiye'de EPA için görev yapan foto muhabirleri olarak kendi gündem planlamamızı yapıyoruz. Bunun için sürekli haber ve sosyal medya takibi yapıyoruz. Bize ulaşan basın bültenlerini inceliyoruz. Dernek ve sivil toplum kuruluşlarını takip ediyoruz ve kendi aramızda sürekli konuşuyoruz. Bazen de ajansın merkezinde görev yapan editörlerden bilgi ve istek gelebiliyor. Belirlediğimiz gündemin yoğunluğuna göre iş dağılımını buradaki şefimiz organize ediyor ve her fotoğrafçı çekeceği işten sorumlu oluyor. EPA bir haber fotoğrafı ajansı olduğu için her şeyi çekebiliyoruz diyebilirim. Sıcak haber, politika, spor, kültür ve sanat, günlük yaşam gibi alanlarda fotoğraflar üretiyoruz.

  

 

Gelelim İzmir depremine… Deprem olduktan sonra İzmir’e ne zaman ulaştınız? Oraya gittiğinizde durum nasıldı?

İzmir depremini haber aldığımız ilk görüntülerle hemen reaksiyon gösterip İstanbul'dan deprem bölgesine gitmeye karar verdik. Ben görevlendirildiğim için hızlıca hazırlanıp arabayla saat 17.00 gibi yola çıktığımı hatırlıyorum. İlk fotoğrafı servis ettiğim, yıkımın en fazla can aldığı binalardan Rıza Bey Apartmanı’na vardığımda saat 21.15 civarıydı. Arama kurtarma ekipleri çoktan organize olmuş, çalışmalar son derece hızlı gerçekleşiyordu ki yaklaşık bir saat içinde peş peşe 3 kişiyi yaralı olarak kurtarmayı başarmış, ne yazık ki bir kişinin de cansız bedenini enkaz altından çıkarmışlardı. Yıkımın vurduğu binalar birbirine yakın olduğu için o bölgede insanlar genelde parklarda olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu. Enkaz altında yakınları bulunan insanlar da enkaz çevrelerinde kalabalık oluşturmuş durumdaydı. UMKE ekipleri enkaz altından çıkan insanları ambulanslara taşırken, insanlar da acaba yakınları mı, değil mi öğrenmek için ambulans çevresinde toplanıyordu. İlk gece sabah saatlerine kadar bu yoğunluk sürdü. Arama kurtarma çalışmaları depremin 5. gününde haberdar olunan son kişinin ne yazık ki cansız bedeni çıkınca bitti. Akabinde artık enkaz kaldırma çalışmaları başlamıştı.

İzmir’de nerede ve ne kadar kaldınız? Sarsıntılar devam ediyordu, dönmeyi düşündünüz mü?

İlk gece sabah 05.00'e kadar çalıştım. Arabada bir saat uyuduktan sonra ertesin günler için arabada uyumanın iyi bir fikir olmadığını düşündüm. Normalde arabada konaklamayı planlıyordum fakat çalışma süresi çok uzun ve yorucu olunca ertesi günlere enerjimin kalması için otelde kalmak daha makul geldi. Nispeten güvenli bir otel bulup diğer 4 günü otelde geçirdim. Artçı sarsıntılar elbette oluyordu. Bazen otelde bazen de fotoğrafları yollamak için oturduğumuz kafe ve restoranlarda hissediyorduk. Hatta bazen yorgunluktan hissedemiyor, insanlar panik içinde kalkıp koşunca anlıyorduk. Sahada görev yapan gazetecilerin hiçbiri sanmıyorum ki dönmeyi düşünmüş olsun. Keza ben de düşünmedim. Sonuçta tüm Türkiye gelecek umutlu haberlere kilitlenmiş, gazeteciler de bunun bilinciyle çalışıyordu. Ben de öyle!

Orada fotoğraf çekmenin zorlukları nelerdi?

Açıkçası genel olarak fotoğraf çekerken zorlandığımız birçok şey, birçok an oluyor. Ama İzmir depreminde beni en çok zorlayan insanların acı bekleyişlerini fotoğraflamak oldu. Bu yüzden insanların reaksiyonlarını çekmem gerektiği kadar, hatta daha da azını çekip bıraktım. Evladı ya da annesi, babası enkaz altında kalmış bir insanın ağlarken fotoğrafını çekmek hiç kolay değil.

Unutamadığınız anlardan bizimle paylaşmak istediğiniz var mı?

Depremi yaşayanları, en yakınlarının çaresizce kurtarılmasını bekleyen insanları dışarıdan bir gazeteci olarak izlemek bile tarif edilemeyecek kadar acı. Görüp unutamayacağım acı anlar var ama bunları anlatmak yerine 91 saat sonra enkaz altından sağ salim çıkan Ayda bebeğin orada yaşattığı buruk mutluluğu, heyecanı dile getirmek isterim. Muhtemelen orada olan ya da o görüntüleri televizyondan izleyen herkes aynı şeyleri hissediyordu.

Bu depremde kurtarılan çocukların fotoğraflarının paylaşılmasıyla ilgili olumsuz çok yorum yapıldı. Siz ne düşünüyorsunuz? Oradaki atmosferi yaşayan biri olarak sizce bu fotoğraflar gerçeği yansıtıyor mu? Yoksa sömürü olarak kullanıldılar diyebilir miyiz?

Fotoğraflar elbette gerçeği yansıtıyor. Gazeteciler bu fotoğrafları haber niteliği taşıdığı için, kamuoyu oluşturması için belgeliyor. Ama bu görüntüler sosyal medya gibi mecralarda dolaşıma girince, artık gazetecinin sorumluluğundan çıkıyor. Köfteci bile bunu kendi reklamı için kullanabiliyor. Gördük. Burada fotoğrafı ya da görüntüyü kaydedeni değil de onu amacı dışında yorumlayanı eleştirmek gerekiyor. AFAD'a göre büyüklüğü 6.6 şiddetinde olan bir deprem ve onlarca bina yıkılıyor. Ben bir foto muhabiri olarak fotoğrafları çekerken, fotoğrafa bakan insanların da “bu binaların müteahhitler tarafından nasıl yapılabildiğini(!) ya da ülkenin deprem politikasında atılacak somut adımları” sorgulamasını beklerdim. O yüzden orada yaşananlara tanık olan bir gazeteci olarak bu fotoğraflar gerçeği yansıtıyor ama bakan insanlar ne görüyor diye sormak daha doğru. 1972 yılında Napalm saldırısı sonrası Nick Ut'un çektiği bir fotoğrafta da çocuklar kaçarken görünüyor. Üstelik o fotoğrafta bir kız çocuğu çırılçıplak. Ama fotoğrafın gücü o dönem yarattığı baskı ile savaşı durdurarak simgeleşiyor. Evet, günümüzde medya kültürü 1972'de olduğundan çok farklı, çok şey değişti. Foto muhabirleri hala aynı hissiyatla çalışırken, fotoğrafa bakan insanlar farklı şeyler düşünüyor. Ayda bebeğin görüntülerinden sonra en çok eleştirilenin malum köfteci olması gibi. Oysaki yaşananlara sebep olan insanların, politikaların konuşulması, eleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca insanların henüz enkaz altındayken servis edilen görüntülerinin hepsi arama kurtarma ekipleri tarafından çekilip basına dağıtılan görüntülerdir.
 

   

Sizce Türkiye’de foto muhabiri olmanın zorlukları var mı?

Türkiye'de foto muhabiri olmanın zorlukları yok demek isterdim. Yaşanan en sık zorluklardan bazıları şöyle: Toplumsal olaylarda görevinin yapılması engellenebiliyor, sokakta fotoğraf çekerken bile mahalle bakkalına hesap vermesi gerekebiliyor, basın kartı taşımasına rağmen görevi hiçe sayılabiliyor, çalıştığı basın kurumuna göre ayrımcılığa maruz kalabiliyor, yine çalıştığı kuruma göre özlük hakları hiçe sayılıp, hak ettiği ücreti kazanamayabiliyor, editoryal özgürlüğü gasp edilebiliyor...

     

 

 

Peki, bir foto muhabirinin nasıl çalışması gerekir?

Öncelikle bir foto muhabirinin eğer serbest değilse, bağlı bulunduğu kurum tarafından basın iş kanuna göre sigortalanmış olması ve ekipmanlarının (kamera, bilgisayar, internet erişimi ve onu koruyacak çelik yelek, kask vb gibi) eksiksiz bir şekilde temin edilmiş olması gerekiyor. Foto muhabirleri, çalıştıkları ortam için gerekiyorsa önce kendi güvenliğini sağlamış olmalı. Yani örneğin savaş bölgesinde ise çelik yelek, miğfer ya da bir toplumsal olay çekecek ise kask, gaz maskesi gibi hayati önem taşıyan teçhizatlarını kuşanmalı. Bunlar bence her foto muhabiri için geçerli şeyler. Ama foto muhabirinin çalışma tarzı, neyi çekip neyi çekmeyeceği, nerede duracağı gibi kararları her foto muhabiri kendisi alır. Etik kavramlarda yine her foto muhabiri için görece şeyler olabilir. Bazı foto muhabirleri sadece gazeteci kimliği ile çalışırken, bazıları da duyguları ile yaşayan bir birey olduğunu bilir ve ona göre karar alır. Bunun birisi doğrudur diyemeyeceğim ama ben duygularını kaybetmeden çalışanlardanım. 

 

Etiketler: fotoğraf

Yazdır e-Posta