Tiyatrodan Fotoğrafa Sanatın Rengârenk Yüzü  Filiz KUTLAR
Makale

Tiyatrodan Fotoğrafa Sanatın Rengârenk Yüzü Filiz KUTLAR

Hayatta birçok başarıya ulaşmış, alçakgönüllü ve zarif insanları seviyorum. Filiz Kutlar ile Zoom’da tanıştığım ilk anda hissettiğim, bir saat sonra vedalaşırken hissettiğimi doğrular vaziyetteydi. Çokça üzüntüler geçirmiş, çok güçlü ama aynı zamanda çok naif… Ben tanıştığıma memnun oldum. Eminim siz de olacaksınız.

Röportaj: Nihan ÖZGEN

Asistan: Sahra SEÇUK

Fotoğraflar: Filiz KUTLAR

Sizi önceden de tabii ki tanıyorum ama fotoğrafçılık yönünüzü bilmiyordum açıkçası. Önce hakkınızda kısa bilgi alalım daha sonra fotoğrafçılığa nasıl başladığınızı, ne tür fotoğraflar çektiğinizi konuşalım.

İstanbul Üniversitesi Konservatuvar-Tiyatro bölümünü bitirdim. Fotoğrafa ilgim tiyatroya başladığım yıllarda başladı. Sonra film yıkamayı ve baskıyı öğrendim. Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda çok güzel bir rolle profesyonel oldum.

Hababam Sınıfı'ndan bir kare

 Hababam Sınıfı’nda oynadınız. Kısaca bahseder misiniz nasıl geçiyordu çekim günleri? Biz hala izlediğimizde hem gülüyoruz hem duygulanıyoruz.

Hababam Sınıfı Tatilde film çekimlerinde muhteşem bir ay geçirdim. Adile Naşit önermişti beni, Ertem Eğilmez ile o tanıştırmıştı. O da beni role uygun gördü, hemen Hababam Sınıfı kadrosuna dâhil oldum. İlk defa 4 tane kadın oyuncu Hababam Sınıfı’na geliyordu. Çok disiplinli kadro, her gün 06.00 gibi evden alınıyorum, set başlıyor. Benim için muhteşem bir deneyimdi. Kemal’i zaten daha önceden tanıyordum. Devekuşu Kabare’de oynuyordu o da. Herkesin çok sevdiği bir insandı. Birdenbire çok sevildi ve parladı. Çok şey öğrendim orada. Çok da eğlenceliydi.

Şehir Tiyatroları'ndan bir kare

 Peki, böyle bir ortamdan sonra nasıl devam etmeme kararı aldınız? Bir filmde oynadınız mı daha sonra?

Birkaç yıl sonra Zeki Alasya, Metin Akpınar ile iki filmde oynadım. Zeki Alasya’nın çektiği filmde Metin Akpınar’ın nişanlısı rolündeydim. O da çok güzeldi, çok keyifliydi. Özel bir seçim değildi ama tiyatro daha ağır bastı. Kenter Tiyatrosu’nda provalarımız çok yoğundu. Sonra Şehir Tiyatroları’na geçtim. İlla sinema olsun diye üstünde durmadım.

Yıldız KENTER - Kuğu 

Yıldız Kenter’in fotoğrafını çok beğendim. Siz çekmişsiniz, “Kuğu” isimli fotoğraf. Onun anısını anlatır mısınız bize? Kendisi nasıl birisiydi? Onu da çok severiz tabii.

O benim konservatuvardan hocam. Küçük yaşlardan hoca-öğrenci ilişkisi başladı. Sonra dostluğa dönüştü. Ne içindi hatırlamıyorum “Hocam fotoğraflarınızı çekmek istiyorum” dedim. Çok sevindi. O fotoğraf da benim çok hoşuma gitti. İtalya’daki kadın konulu sergimde o fotoğrafta da yer aldı. Sanıyorum Fransız Kültür Merkezi’nde açtığım sergide de bulunuyordu. Çok sevdiğim bir fotoğraftır. Yanında da bir kuğu. Yıldız Hoca bir kuğu gibi zaten...

Nilgün BELGÜN

 Şimdi Instagram sayfanıza bakıyorum. Güzel, nostalji fotoğraflar var. Mesela Nilgün Belgün’ü çekmişsiniz, ne kadar güzel!

Banyosunu ben yaptım, film yıkadım, bastım. Yani tamamen benim fotoğrafım o, bir yerde bastırılmış bir fotoğraf değil. Yeni başladığım zamanlarda çekmiştim.

Peki, fotoğrafçılığa nasıl başladınız? Eğitim aldınız mı?

Eğitim almadım. Çeke çeke öğrendim diyebilirim. Ama şu eğitim sayılır tabii, eski kocam muhteşem fotoğraflar çekiyordu, benim de çok güzel portrelerimi çekmişti. Basma aşamasında kapatıyoruz her yeri, banyolar hazırlanıyor. Bu böyle defalarca yapılıyor. Bana da bir makine aldık, çekmeye başladım. Bazen küçük eleştirilerde bulunuyordu, kadraj için vs. Bir gün seyahate gitmişti. Ben de sıkıldım ne yapsam ne yapsam, fotoğraf mı bassam diye düşündüm. Denedim, meğer doğru yapmışım. Yani tam gözlemlemedim ama demek ki bir şeyler kalmış. Çığlıklar atmaya başladım, fotoğraflar basılıyor. Ama o kolay bir şey de değil, zamanla basa basa öğreniyorsun. Sonra film yıkamayı, kaç dakika olacak, suyun sıcaklığı ne olacak, onları öğrendim.

Eleştirilmek çok önemli. Birtakım teknikler var, bir de tabi en önemlisi fotoğrafçının gözü var. 10 kişi getirin, fotoğraf çeksin, hepsi ayrı çeker aynı şeyi. 10 kişi fotoğraf bassa hepsinin bastığı farklı olur. Senin bakışınla, gözünle alakalı bir şey bu. Zaman içinde tabi ilerlettim, uzun seneler fotoğraf bastım. Birçok insan sanıyor ki sadece fotoğraf çekmek önemlidir. Hâlbuki fotoğrafla ilgili her şeyi bilmek gerekiyor. Şimdilerde karanlık odanın yerini Photoshop aldı.

Bu işi olgunlaştırdığınızda ne konularda fotoğraf çektiniz? Nasıl bir yol izlediniz?

Portre çekmeyi en baştan beri çok seviyorum. Aslında belli bir seçeneğim yok ama şöyle söyleyeyim portrede bir insanı olduğu gibi yakalıyorsunuz. Yani bir bakış açısı gerektiriyor. Bir de ben seyahat etmeyi çok seviyorum, son zamanlarda da tek başıma uzun yol seyahatleri yapıyorum ve gittiğim yerlerde olağanüstü güzellikler görüyorum. Yani doğa fotoğrafçılığı da heyecan verici.

Tek başına gezmek nasıl bir duygu?

Çok güzel. Gideceğim yere önceden çalışıyorum ve elimde zaten bir rehber kitap oluyor. Macera değil tabii ama bilmediğin bir ülkeye gidiyorsun. Dilini bildiğim ülkelere gitmeyi tercih ediyorum yalnız olunca. İngilizce bilmiyorum ben, İtalyanca ve İspanyolca biliyorum. O dilleri kullanan ülkeleri tercih ediyorum yalnızken. Geceleri biraz sıkıcı geçse de sabah uyanıyorsun kendine göre programını yapıyorsun. Çok uyumlu bir arkadaş olmazsa çünkü çok zor seyahat...

Venezuela’ya tek gittim mesela. Herkes çok şaşırdı. Dünyanın en tehlikeli ülkelerinden biri ama gittiğim ilk gün arkadaş olduğum birisiyle hala dostluğumuz sürüyor. Yalnız gittiğinizde böyle hoş dostluklar da oluyor. Arkadaşınla seyahatteyken hep birbirinizle ilgileniyorsunuz ama yalnız gittiğinde öyle olmuyor. Kolombiya’da da öyle, Katya diye bir kadınla tanıştım ve hala arkadaşım.

Endonezya'da bir köy 

Bu fotoğraf bir filmden alınmış gibi duruyor. Öyle bir gözünüz var, bir sanatçısınız. Tiyatrodan mı ya da eşiniz Onat Bey’in eleştirmen bakış açısından mı etkilendiniz?

Mutlaka sanatçı, oyuncu olmanın getirdiği bir şeyler var, çünkü bütün olarak bakıyorum fotoğrafa. Ne var onda, bir portre çekiyorsam kaç tane güzel kadın çekiyorsun ama beni güzellik değil, başka bir şey ilgilendiriyor. İçindeki duygu, hissettirdiği şey... Bu da o köyün portresi. Kaç tane çocuk var orada, o evler, o kadına bakışları. Yani bir hikâye oluşuyor kafamda. Bu arada aklıma geldi Onat demişken, ondan bahsedeyim. Bizim bir hayalimiz vardı, seyahat etmeyi o da seviyordu ama benim kadar değil. Daha çok davetleri kabul ederdi. Özel bir projemiz vardı “Uzun bir yolculuğa çıkalım, ben yazı yazayım, sen fotoğraf çek” diyordu. Maalesef olmadı tabii. Hatta Korfu’ya gitmek istiyordu. Bu başka bir projeydi, Korfu’da geçen bir roman yazmak istiyordu. O çalışacak, ben fotoğraf çekeceğim. Böyle iki ayrı projemiz vardı ama yapamadık.

Size baş sağlığı diliyorum. Çok geçmiş zaman olsa da acısı hala aynıdır diye düşünüyorum.

O hiç değişmiyor, aynı…

İkiz Kiliseler - Roma  

‘Kutsal ve Büyülü Yerler’ adlı fotoğraf kitabınızdan bahsedelim. Nasıl bir projeydi?

İtalyanca öğrendiğim andan itibaren İtalya ile hep ilişkim oldu. Çok arkadaşlarım oldu. İlk öğrendiğimde 6 ay İtalya’da kalmıştım, gittim geldim. Sonra bir davette Kenan Gürsoy ile tanıştım. Vatikan Büyükelçisi seçilmişti. O da faal bir büyükelçiydi. Ben daha önce orada sergi açıldığını öğrendim, öyle tanışınca kartını verdi bana, projem hoşuna gitti. Dünyanın birçok yerinden çektiğim fotoğraflar var. Ama ondan sonra özel olarak çalıştım tabii.

Ben Roma’da burayı görmemiştim Filiz Hanım, neresi acaba?

O Roma’da İkiz Kiliseler. Piazza del Popolo. Çok büyük bir meydandır. Çok sevdiğim bir meydandır. Bir daha giderseniz beni mutlaka arayın, ben size tavsiyede bulunurum.

 Brezilya - Barrenhenas

Tabii, çok sevinirim. Ben İtalya’ya bayılırım, memleket gibi severim. Nerede ne yesem diye zevkle ve keyifle gezdiğim bir yerdir…

Evet, her yeri çok güzel, küçücük köyleri, yemekleri, insanları… Yani muhteşem dostlarım oldu. Her öğrendiği şey insana bir şey katıyor. Fotoğraf öğrendim, çalışmaya başladım, ardından İtalyanca öğrendim, birçok dost edindim. Ve bana bambaşka kapılar açtı. Mesela beş yıl önce İstanbul Tiyatro Festivali’nde İtalyanlar’la birlikte İtalya’nın en önemli yönetmenlerinden biriyle bir oyun oynadık, ortak bir proje yaptık festivalde.

Çok güzel kaynaştırmışsınız ilgilendiğiniz alanları…

Hep dışarıya dönük olmak lazım, hep bir şeyler üretmek istiyorsun.

Sanat çok güzel ama değil mi? Hep onun içinde olmak…

Öyle olmasa zaten nasıl geçirirdim zor günleri. Ama işte devamlı tiyatroda oynadım, kendim bir grup kurdum şehir tiyatrosu dışında, kendim oyunlar yaptım. İtalyan Kültürü’nün o günlerdeki desteğini unutamam tabi çok destek oldular, salonlarını verdiler. Çok sevdiğim iki oyunu orada yaptım. Her zaman bir şey üretmek beni mutlu ediyor.

Bu İkiz Kilise fotoğrafınızı ne zaman çektiğinizi bilemiyorum tabii hangi sene olduğunu ama analog ile çekilmiş gibi.

Analog gibi çeken dijital bir makine. (gülüyor) Nikon D700 galiba. Şimdi D800 aldım. Yüksel Bey’in  (Altun) makinesinden… Artık hak ettim diyorum öyle bir makineyi. Analog gibi çekiyor tabii.

Çok güzel evet. Bunun üstünde filtre var ama değil mi?

Hayır, filtre yok. Tabi fotoğraf çekildikten sonra Photoshop’ta çalıştım. Bunu herkes gençleştirme ve sahtekârlık olarak görüyor. Hâlbuki fotoğrafı işlemek, çekmek kadar önemli. Bazı fotoğraflarda az işlenecek şey oluyor, bazıları daha fazla uğraştırıyor ama mutlaka işlemek gerekiyor.

Gülriz SURURİ - Yıldız KENTER - Filiz KUTLAR

Şimdi ‘Hepsi Kadın’ kitabınızla da ilgili konuşalım. O nasıl bir fikirle gelişti ve nasıl bir çalışma oldu? Dünya kadınları mı?

Evet, yine dünyanın birçok yerinden kadınlar. Hepsi kadın, benim duygularım ne ise onların da o. Ağır provalarla çok sevdiğim bir oyunu birkaç sene uğraşarak gerçekleştirebilmiştim. Fransız Kültür Merkezi destek oldu o zaman, proje hoşlarına gitti. Ağır bir provanın ardından oyun başladı, hatta oyun başlamadan daha prova sırasında dedim ki ben bunu sergi yapayım. Sonra hemen fotoğraf sergisi teklifinde bulundum. 8 Mart yaklaşıyor, kadınlar sergisi yapmak istiyorum dedim. Hemen kabul ettiler. Böyle gelişti. Elimdeki fotoğraflardan seçim yaptım, o da kolay bir seçim olmuyor tabi. Bir sergi açmak kolay değil, siz biliyorsunuz. Herkese çok kolay geliyor. Fotoğraflar ne olacak? Çek koy aç, sergi diyorlar! Olan fotoğraflarım dışında ayrıca özel çekim yaptım tabi, onlardan seçtim. Mesela yazar Leyla Erbil, kocamın da çok yakın dostuydu, sonra benim çok sevdiğim dostum oldu. Onun portresini çok severim. Yıldız Kenter’in fotoğrafı. Ama bir de hiç tanımadığım dünyanın birçok yerinden beğendiğim, fotoğrafı görene bir şeyler verecek, özel bir duygu hissettirecek fotoğraflar... Somut olarak şudur diyemeyeceğim şeyler aradım.

Hindistan tropikal meyveler

Kitaplarınız edinilebilir yerlerde mi? Almak isteyen okuyucularımız olursa onlar nasıl edinilebilir?

Almak isteyen olursa ben buradan posta ile yollayabilirim.

Dergimiz aynı zamanda gezgin tarafına hitap ediyor. Biz de çok gezeriz bu arada.

Ne kadar güzel, ben de sizinle o gezilere katılmayı çok isterim.

Pandemi koşulları bitince eğer grup olarak gittiğimiz bir yer olursa sizi davet etmek isterim ben de.

Çok sevinirim, çok mutlu olurum.

Peki, portre çalışmak için en sevdiğiniz ülke neresi oldu? Ya da gitmek istediğiniz bir yer var mı?

Hindistan, bir fotoğrafçı için rüya gibi. İki kere gittim. İlk gittiğim Rajasthan Bölgesi’ydi. Portre, insan, doğa, ne arasanız var.

Satıcı kız - Tayland

Çoğu fotoğrafçıdan bu yorumu aldım ben de.

Gerçekten muhteşem! Deniz kenarında oturuyoruz bir arkadaşımla, üç tane kadın geçiyor, kafalarında kum taşıyorlar. Bunlar fakir, yoksul insanlar. Bir kıyafet var üstlerinde yani bu kadar güzel olabilir.

“Tam fotoğraflık” sözü Hindistan’da çok söyleniyor demek ki!

Evet, kocaman bir sepette tropikal meyveler, oturmuş meyve satıyor. Kadını bir gördüm, kafasındaki şey yeşilin inanılmaz bir tonu. Bilezikleri, küpeleri inanılmaz… Portre fotoğrafçıları için müthiş bir ülke. Fotoğrafçı orada fotoğraf çekmeye doyamıyor. Doğa olarak derseniz de Endonezya.

Her yer güzel aslında, çünkü insanın karşısına bambaşka şeyler çıkıyor. Gittiğim ülkelere bakıyorum hepsi çok güzel. Seçmek çok zor. Kent olarak Rio inanılmaz. Bütün Brezilya çok güzel zaten. Ama portrede dediğim gibi Hindistan’ın üstüne yok.

Okuyucularımız için İtalya’da nereleri önerirsiniz peki?

Roma’ya yakın Castel Gandolfo. Oraya yakın Nemi diye bir köy var. Sadece çilek yetiştiriyorlar. Volkanik gölün kenarında bu köy. Bir pizza restoranı var, göl manzaralı. İnanılmaz güzel. Nemi’de her çeşit çilek var. Mevsiminde gittiğinizde her restoranda, her kafede çilek sunarlar. Çok güzel yerler var düşünmek lazım bir anda sayamıyor insan ama Napoli civarında, Pompei’ye yakın yerlerde inanılmaz güzellikler bulunuyor. Palermo çok güzel bir şehir. Yakınında Cafero var, bir sahil kasabası. Tiyatro festivali yapılan Taormina var. Ben mesela gidemedim, çok istiyorum. Agrigento var.

Iguasu - Arjantin

Şu anda bir serginiz var mı?

Her şey durdu, hiçbir şey yok. İtalya’dan da ‘Çocuklar’ projem var, sergi düşünüyorum ama beni itecek bir güç yok. Çalışıp hazırlayamıyorum. Baksi Müzesi’nde bir sergi projemiz var ama her yer kapalı. O beni çok heyecanlandıran bir proje aslında.

Beni de şöyle bir proje heyecanlandırır, siz böyle Yeşilçam’dan ya da eski tiyatro günlerinizden çektiğiniz fotoğraflar varsa mesela Nilgün Belgün’ünki gibi onlar bana çok enteresan geldi, hep görmek istedim.

Öyle çok fotoğraf yok aslında elimde. Hababam Sınıfı’na fotoğraf makinesini götürmeyi hiç düşünmemişim. Ancak orada çekilmiş olan fotoğraflar var. Ben bir çekmemişim maalesef. Göksel Kortay’ın fotoğraflarını çekmeyi çok istemiştim, geçen gün birçok fotoğrafı çıktı arşivden. Çok güzel fotoğraflarını çekmişim. Mesela Erdal - Güzin Özyağcılar’ın çocukları şimdi koca adam, onun da çocukları var. Onun çocukluk fotoğrafları nasıl hoş! Tiyatrodan çektiğim birkaç fotoğraf var. Kenter Tiyatrosu’nda kuliste çekiyordum. Öyle çok yok…

Rio'dan...

Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı, konuşmadığımız?

Söyleyeceğim şey şu, pandemi umarım çabuk biter ve yeniden eski hayatımıza döneriz. Böyle çok zor. Üretmeye alışmış biriyim, gezmeyi seviyorum çünkü beni o rahatlatıyor. Fotoğraf çekiyorum, bakıyorum, yeni yerler görüyorum, hoşuma gidiyor. Notlar tutuyorum, öyle bir seyahat kitabı da düşünüyorum. Latin Amerika hemen hemen bitmişti, ona da hevesim kalmadı, bıraktım o şekilde. Çocuklar ile ilgili bir kitap yazdım, onu bastırmak istiyorum, bastıracak yer arıyorum. İnşallah pandemi biter ve yine özgürce fotoğraflar çekeriz, sanatın her rengiyle haşır neşir oluruz.

Filiz - Onat KUTLAR

Filiz KUTLAR Kimdir?

İzmir'de doğdu. İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro bölümünden mezun oldu.

Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda Güner Namlı'nın yazdığı Görücüye Çıkıyorum oyunuyla profesyonel oldu.                           

Konservatuarda hocası olan Yıldız Kenter ile Kenter Tiyatrosu’nda çalıştı. Reçetesi Peçete, Küçük Mutluluklar, Kafesten Bir Kuş Uçtu, Katır Tırnağı tiyatro oyunlarında oynadı. İstanbul Şehir Tiyatroları kadrosuna dahil oldu. 1999 yılında Tiyatro Dafne'yi kurarak istediği projeleri hayata geçirdi. Sinemada Hababam Sınıfı Tatilde, Köşe Kapmaca, Vay Başımıza gelenler, Hoşçakal Yarın, Sevgilim İstanbul filmlerinde rol aldı.

30 Aralık 1989’da Yazar ve Sinema Eleştirmeni Onat Kutlar'la evlendi. Farklı coğrafyalarda çektiği fotoğraflar ile seyahat yazıları Maison Française, AD, Marie Claire,  Amica, Beaute, Hülya adlı dergilerde ve Hürriyet Gazetesi seyahat eklerinde yayınlandı. Onat Kutlar’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Gündemdeki Sanatçı” yazıları için portre fotoğrafları çekti. İtalyanca ve İspanyolca biliyor.

Fotoğraf Çalışmaları ve Sergiler

 

 

 

Etiketler: kültür, sanat, fotoğraf

Yazdır