Makale

Türkiye’nin İlk ve Tek Biyosfer Rezerv Alanı Macahel

1921 yılında Türkiye ile Rusya arasında yapılan sınır anlaşması ile Gürcistan’ın Doğu Karadeniz bölgesinde Türkiye toprakları içerisinde kalan bölge Macahel. Yeşilin, sarının, kırmızının, mavinin kaç tonu vardır bilir misiniz? İşte bütün bunların hepsini görebileceğiniz, asırlık ağaçların, boz ayıların, adını duymadığınız endemik bitkilerin yetiştiği, dünyanın en lezzetli balının olduğu, yeryüzündeki cennetin şubelerinden biri.

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin KAĞNICI (www.hayrettinkagnici.com)

Macahel; Camili Köyü merkez olmak üzere Efeler, Kayalar, Uğur, Düzenli, Maral köyleri ile toplam altı köyden oluşan bir bölge. Yazın muhteşem doğası, henüz bozulmamış bitki örtüsü, özgün meyveleri, sebzeleri, yöresel yemekleri, başlayınca bitmeyen yağmuru, deli rüzgârı; kışın ağaçların gelinlik giymiş gibi halleri, beyaza bürünmüş dağların, yamaçların güzelliği, kardan yolların kapanıp geçit vermez vadilerde ulaşımın bittiği merhametsiz güzellikler diyarı...

Son on yıl öncesine kadar defalarca gittiğim yerde, merkez Camili’de asfalt yollar, pansiyon oteller ile giderek turistik olma yönünde hareketler başlamış, yoga salonları bile açılmış. Camili ve havzası 2005 yılında UNESCO tarafından “Biyosfer Rezerv alanı” kategorisinde Dünya Mirası olarak kabul edildi. Biyosfer Rezerv Statüsü, doğanın insan eli ile bozulmadığı ve doğa ile insanın uyumlu yaşam kültürünün sürdüğü yerlere verilir. Macahel, Türkiye’nin ilk ve tek Biyosfer Rezerv Alanı’dır. Bozulmamış doğal hali ile kalan ender yerlerden biri olan bölgede, turistik tesisler adı altında kontrolsüz yapılanmaya izin verilmemesi gerekir diye düşünüyorum. Galiba yöre halkı, buranın dünya mirası ilan edilmesini, bütün haklarının kısıtlanacağı, imkânlarının yok edileceğini düşünerek hafiften karşı çıkıyor gibi. Belli ki bilgi eksikliği var. Dünya mirası ilan edilmiş başka yerlere bakılsa sistemin ne kadar imkânlar sağladığını görmek mümkün.

Karagöl

Borçka’dan Macahel’e giderken genelde uğranacak ilk nokta, bir krater gölü olan Karagöl olur. Sabah güneşin doğuşu ve akşam batışı inanılmaz bir renk fırtınası, doyamazsınız güzelliğe! Hele sonbahar renkleri… Fotoğraf makinası bile bu güzelliğe dayanamıyor! Ancak talep patlaması yüzünden yazın kalabalık ve izdiham oluyor. Adım atacak yer kalmayan gölde bolca plastik kayıklar, ayarsız bilinçsiz yapılan çardaklar! Doğayı kızdırırsanız bunun bedelini ağır ödetir size. Biz sezon sonu gittiğimiz için o vahşet ile tanışamadık! Karagöl yine vakur bir şekilde bütün sonbahar renkleri ve muhteşem güzelliğini bizden esirgemedi, güzel fotoğraflar yakaladık. Seyretmekle bitmiyor ama akşam Efeler Köyü’ne ulaşmamız gerekiyor.

Efeler ve Maral Köyleri

Şanslıyız, Efeler Köyü’nde merkezin biraz dışında Dedaena Pansiyon Otel’deyiz. Çevre, yer gök muhteşem. Doğa bugün de cömert, güzelliklerini saklamıyor. Dalından sebze meyve ile beslenmek, susayınca ilk önüne gelen dereden eğilip su içmek paha biçilmez. Hava bedava, su bedava!

Maral Köyü’nde yer alan tarihi İremit Cami çok önemli. Osmanlı döneminde 1851 yılında tamamen ahşap olarak inşa edilen cami, kök boya kullanılarak yapılan rengârenk boyanmış motifleri ile bilinenden farklı, karakteristik. Çok güzel. Bakımlı ve dimdik ayakta. Çok renkli cami örneklerinden biri.

Buralara gelince gidilmesi gereken yerlerden biri de Maral Şelalesi. Bir günlük program gibi, Camili Köyünden geçip gidiliyor. Yaklaştıkça suyun sesini duyacaksınız. Yerler ıslaksa dik inilen yamaçlara dikkat etmek gerekir. Sonunda işte her zamanki haşmeti ile yüksekten akan su ve sesi! Buraya ulaşmak çok rahat değil belki ama cennete ulaşmak için biraz zorluğa katlanmak gerek. Hava çok kuvvetli olmasa da yağışlı, üstümüzde yağmurluk, seyir terasından doğa, tabiat, uçan kuşlar, suyun dayanılmaz etkileyici sesi, meditasyon yapar gibi hafiften hipnotize kıvamındayız. Sanki zaman durmuş, dünya dönmüyor, sonsuzluğa dalıyorum… Buradan ayrılmak kolay değil ama dönüşe geçiyoruz. Herkes bir yerlerde fotoğraf peşinde! Yolda piknik usulü hafif bir atıştırma ile bugün tamamdır.

Tamara Köprüsü

Yağmurluklar üstümüzde, Tamara Köprüsü’ne gidiyoruz. Derenin yanında hafif meydanlık gibi bir yer, keçiler, çobanlar, doğal yaşamın en dibindeyiz. Çoban deyip geçmeyin, akıllı uslu insanlar. Genç güzel medeni Gürcü ve Laz kızları da yabancı görünce kaçmayıp selamlaşıyorlar...

Tamara Köprüsü önemli. Aslında köprüden ziyade Tamara önemli. Hani Akdeniz’e gittiğiniz zaman bolca Kleopatra efsanelerini dinlersiniz ya, Kafkas yöresinde anlatılan da Tamara efsanesi. 12. yüzyılda Gürcü Krallığı’nın başında dünyalar güzeli Tamara adında bir kraliçe varmış. Bu dönemde Gürcü Krallığı en geniş sınırlara ulaşmış, en güçlü olduğu ve altın çağı yaşadığı belirtilir. Emrindeki askerlerden en güvendiği dört şövalyeye, öldükten sonra cesedini kimsenin bulamayacağı kadar uzaklara götürüp kimseye görünmeden gömmelerini emreder. Tamara bir gün ölür ve herkes mezarının nerede olduğunu merak eder ancak bir türlü öğrenemezler. Daha sonraları bir çoban göğsünden bıçaklanmış dört şövalyenin cesedini bulur, bunların Tamara’yı toprağa gömen şövalyeler olduğu kabul edilir ve halen mezarının nerede olduğu bilinmemektedir.

Bir başka hikâye ise Tamara ülkenin değişik yerlerindeki dokuz köye mezar kazdırır ve ölünce bunlardan birine gömülmesini ve bundan da kimsenin haberi olmamasını emreder.  Ölünce de bunlardan birine gömülür. Bugün Tamara’nın mezarının nerede olduğu bilinmemekte ancak birçok farklı yerde insanlar türbe ve mezarları “Tamara’nın Türbesi” diye korumakta ve adaklar adamaktadır. Macahel’de de Tamara’nın yaptırdığı köprü ve ona ait olduğu söylenen yerler var. Hatta Borçka’da, Damar Köyü’nün geçmişte Tamara’nın yaşadığı yer olduğu söylenir. Kendisiyle evlenmek isteyen erkekler ile ilgili çok hikayeler anlatılır.

  

Camili Köyü

Bugün Camili Köyü’ndeyiz. Önce merkez Camili Cami’den biraz bahsedeyim. Yapılış tarihi kesin bilinmemekle birlikte, Osmanlı Padişahı II. Mahmut döneminde yani 1819 yıllarında yapıldığı tahmin edilmektedir. 1855 yılında yaşanan bir çığ felaketi nedeniyle cami tamamen yıkılmış, kerestelerinin bir kısmı tekrar kullanılarak yeniden inşa edilmiştir. Son zamanlarda tekrar restore edilmiş ve son olarak tamamen yenilenmiş. Ancak eskiden biraz renkli olan hali değişmiş, biraz daha sade görünüyor. İlk halinin bu olduğu söylenen cami; motifleri, ahşap işlemeleri ile gerçekten çok güzel. Burada biraz zaman geçirdik ama değdi, döneminin güzel örneklerinden biri...

Macahel’in bilinirliğini artıran, arıcılık konusunda büyük katkıları olan Tema’nın binasında bölge ile ilgili çok güzel dokümanter bir film seyrettik. Daha önce geldiğim yılları hatırladım, zamanda yolculuk yaptım. Bu arada burada arıcılık çok gelişti ve yöre halkının ciddi gelir kaynaklarından biri. Ayıptır söylemesi, yıllardır buradan aldığım kestane balını keyifle yerim!

Camili’de öğlen yemeğini Mensure Ana’nın evinde yiyoruz. Harika ev yemekleri, güzel insanlar, ev sahipliği, candan davranışlar… Hele evin küçük kızı dünya güzeli Burku! Her şey on puan. Vedalaşıp ayrılıyoruz.

Ufak Bir Anı

Dönüşte yolda çardak altında çay molasındayız. Hava açık, keyifli. Yukarılara tırmanıyorum, tepelerden farklı açıdan bir şeyler yakalar mıyım diye bakınıyorum. Epey yoldan sonra karşıdan belinde ipten kuşak, elinde torbası biri geliyor. Yolun bu tarafına geçti, belli ki konuşmak ister benimle, aslında benim de isteğim bu:

-Merhaba, nereden gelir nereye gidersin, sen buralardan değilsin!

-Merhaba, arkadaşlarla birlikte geldik İstanbul’dan fotoğraf çekmek için.

-İyi yapmışsınız, çok güzel yerler buralar, havası suyu!

-Doğru, biz de bunun için buralara geldik.

-Benim adım Mevlüt Çavuş, Buranın yerlisiyim. Siz buraları bilmezsiniz, yağmur birden bastırır, aniden sis iner, belli olmaz ama bu mevsimlerde kar bastırabilir. Şu yan aşağıdaki ev benimdir, kapısında onluk çividen mandal var, sıkışırsanız hemen girin oraya, sığının. İçeride yiyecek bir şeyler de var! Serenderin altıda odun var, yakın üşümeyin, istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Yalnız giderken sobayı iyice söndürün, ateş falan çevreye zararımız olmasın. Dikkatli olun! Haydi selametle kalın!

Torbasındaki dört nardan en düzgün üçünü elime tutuşturdu, “Arkadaşlarınla yersin” dedi ve yürüdü gitti. Doğru dürüst vedalaşamadık bile.

Bu nasıl bir şey, hayatında ilk defa yolda karşılaştığın yabancı birisine evini karşılıksız açmak, kendi azığını paylaşmak! Hani insanlık dersi deriz ya, al sana insanlık dersi, işte bu. Anadolu insanı, candan, yürekten, karşılık beklemeden misafirperverlik, yani vicdanlı olmak, adam olmak işte böyle bir şey. Şehir dediğiniz yerde elli kuruş eksik olsa marketten bir bardak su alamazsınız. Kesintisiz hayat boyu eğitim, öğrenecek ne çok şey var!

Dünyanın En Güzel Panorama Geçidi

Ertesi gün sabah dağların üzerine parçalı sis bulutları inmiş, dağlar sanki tül perdeyle kaplanmış. İnanılmaz bir güzellik, bulutlar hafiften esen rüzgârın etkisi ile sürüklenerek hareket ediyor ve karşınızda sürekli değişen muhteşem doğa manzarası oluşuyor. Dünyanın en güzel panorama geçidi, kafanızı nereye çevirseniz her an farklı bir görsel. Tanrım öldüm de cennete mi geldim!

Terasta böyle bir manzaranın önünde güzel bir kahvaltı, sabah çayımız kahvemiz, keyifler gıcır. Daha iyisini hayal bile edemezsiniz. Kayalar Köyü’ne gidiyoruz. Başka bir tepeden farklı açıdan sislerin dansını seyretmek ve fotoğraflamak için. Herkes kendi dünyasının fotoğrafını çekiyor.

Doğanın sunduğu ziyafeti tadarak, çevreyi dolaşıyoruz. Bugün öğlen yemeği Sevda Pansiyon’da, Sevda’nın meşhur yöresel ev yemekleri. Bu neydi, bunun içinde ne var, derken sağlam yedik doğrusu. Bir de yemek tarifleri alıyoruz, adettendir (İki dakika sonra adını bile hatırlayamadığımız yemeği eve dönünce yapacağız sanki!).

Macahel, her zaman güzel, dilerim zaman içinde bu doğallığını kaybetmez, çarpık yapılaşmalar, beş yıldızlı havuzlu oteller olmaz. Karalahanası, silor mantısı, çeşitli mısır ekmeği, sadece burada bulabileceğiniz yöresel yemekleri, samimi, misafirperver Laz ve Gürcü insanı ile yurdumun güzel köşelerinden biri olarak kalır.

Dönüş Yolunda Son Yemek

Eklemeden geçemedim. Dönüş yolunda Rize Fındıklı’nın Çağlayan Köyü’nde 255 yıllık Şatıroğlu Konakları’nı ziyaret ediyoruz. Sahibi Osman Şatıroğlu, emekli olduktan sonra buraları restore edip pansiyon otel olarak turizme açmış, çok da güzel olmuş. Tavsiye edilen, mutlaka buranın somon balığını yemeniz lazımmış. Osman Bey “Şart midur” diye sorunca “Şartdur” dedi. J Hani Karadeniz’de somon hiç heyecanlı gelmedi ama bir bildiği vardır elbet!

Tarihi köprüler ve sonra tavsiye üzerine balıkçıya gidiyoruz. Burada yetişen küçük olmayan boyda tatlı su somonu, ortaya farklı hazırlanmış balık söyledik ki hepsinden tadalım diye. Aman Yarabbi! İnanamazsınız, yediğim en güzel somon balığı, somon İskender, labneli somon, şiş, özel marine edilmiş somon… Ben balığı severim, pişiririm ve güzel de yerim, yani biraz anlarım. Hiçbir büyük şehirde bu kadar güzel somon yiyemezsiniz. Sadece balık yemek için buraya gelebilirim.

Etiketler: kültür, fotoğraf

Yazdır