• Anasayfa
  • Makale
  • “Işığın Peşinde Koşan Adamın Yüzüne, Belki De Akşam Güneşi Son Kez Vuruyordu!”
“Işığın Peşinde Koşan Adamın Yüzüne, Belki De Akşam Güneşi Son Kez Vuruyordu!”
Makale

“Işığın Peşinde Koşan Adamın Yüzüne, Belki De Akşam Güneşi Son Kez Vuruyordu!”

ERCAN ARSLAN’IN KALEMİNDEN…

ARA GÜLER’İN ARDINDAN…

90 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü fotoğrafa adamış, hakkında sayısız röportaj yapılmış, tezler, kitaplar yazılmış, belgeseller çekilmiş bir fotoğraf efsanesi. Onu satırlara sığdırarak anlatmak ona haksızlık olur...

Yazı: Ercan Arslan (Foto Muhabiri)

 

Dünya çapında bir fotoğraf duayeni ve bilge bir kişi olan Ara Güler’in fotoğraftaki uzun ve yalnız yolculuğunun son 22 senesinde, onun gibi kendi dönemini belgelemeye çalışan bir foto muhabiri olarak, yakınındaki şanslı kişilerden biri olduğumu düşünüyorum.

İlk kez 1996 yılında ofisine, dostu Josef Koudelka ile ilgili bir kitap almak için gitmiştim. O gün çektirdiğimiz bir fotoğrafımız var: O efsane olduğu Beyoğlu’ndaki ofisinde, elinde sigarası masasına oturmuş, önünde “Burası Foto Muhabiri Ara Gülerin ofisi” diye konuşan telsiz telefonu, ben ise çömez bir foto muhabiri olarak gururlu bir şekilde arkasında ayakta duruyorum, tamda olmak istediğim yerde... O 68 yaşında, ben de 26 yaşındayım.

Bu tanışma, başlangıçta işini tutku derecesinde severek yapan usta – çırak ilişkisi zemininde iki foto muhabirinin mesleki dayanışması şeklinde başladı. Zamanla fotoğraf üzerinden, İstanbul’u, sohbeti ve sofrayı paylaşan yol arkadaşlığına evirildi. Ortak sergiler, televizyon, gazete röportajları ve asistanlıkla taçlanmış yol arkadaşlığı benim açımdan gurur duyulacak mesleki deneyimlerdi. 

En son görüşmemiz ise ölümünden bir gün önce idi, yattığı hastanede ziyaretine gitmiştim, yanında dostları vardı. Odasına girdiğimde yatağında, yastıkları dikleştirilmiş, gözleri kapalı derin derin nefes alıyordu. Işığın peşinde koşan adamın yüzüne, belki de akşam güneşi son kez vuruyordu. Asistanı Fatih Aslan: “Ara Ağabey bak Ercan geldi” dedi. Gözünü şöyle bir araladı, yorgun dudaklarından bir kelime çıktı. Sonra da gözlerini tekrar kapattı. Sevdiğiniz biriyle vedalaşınca gözden kaybolana kadar arkasından bakarsınız ya öylece uzun uzun baktım Usta’ya. Daha sonra odaya doktoru girdi, kendisiyle konuşmak istedi ama Usta’nın durumu iyi değildi, tepki vermedi.

Türk fotoğrafının 90 yıllık koca çınarı kendisine verilmiş boş film şeridinin tüm karelerini doldurmuş, son yolculuğu için vedaya hazırlanıyordu sanki. Bu hastane odası 22 yıl sonra onunla son kez göz göze geldiğimiz, fotoğraflanmamış anımızdı. Bir gün sonra da kusursuz bir ölümle veda etti bizlere. Fotoğraf dünyası en parlak yıldızlarından birini, bize yakın olan birini yitirdi.

 

Ara Güler son dönemdeki sağlık sorunlarından arta kalan zamanlarını Ara Kafe’de ortada duran piknik tipi masada geçirirdi. Orası onun hayata bağlandığı, dostlarını ağırladığı yerdi. Her daim yanında birileri olurdu. Yolum düştükçe ben de ona uğrar, hal hatır sorar, daha çok onun anılarını, fotoğraf ve memleket meselesi konuşurduk.

Fotoğraf konusunda egosu çok yüksekti. Kendinden başka fotoğrafçı pek beğenmezdi desem yalan olmaz. “Ben her şeyi çektim, şimdikiler eziyet çekiyor” derdi.

Magnum Ajansı’nın Şef Editörü James A. Fox, Ara Güler için, “O her şeyden önce cömert, zarif ve esprili bir insandır. Tanıdığım en iyi hikaye anlatıcılarından biridir. Onun hayatı, birçok ünlü foto muhabirinin olduğu gibi, anekdotlarla doludur. Bunlar, hiçbir zaman filme yansımayan, sadece fotoğraf makinelerince kısmen tespit edilmiş olan yüzyılımızın yaşayan anılarıdır.” demişti.

Ara Güler, her zaman doğru yer ve doğru zamanda olabilmek için nasıl çalışıp didindiğini ve nasıl bir bedel ödediğini çeşitli kerelerde farklı mecralarda anlatmıştı. Gazeteci Nezih Tavlaş’a verdiği söyleşi kitabı “Foto Muhabiri” onu anlamak için iyi bir seçim olabilir.

Ara Güler’in Fotoğraf Yolculuğu

Ara Güler, fotoğrafa Büyükada’da çektiği gün batımı fotoğrafları ile kendi esprili diliyle “sanat” yaparak başlıyor. Babasının eczanesinin üst katını da kendine karanlık oda yaparak işi ciddiye aldığını gösteriyor. Bir zaman sonra gün batımı fotoğraflarında kendini sürekli tekrarladığını görünce yeni bir arayışa başlıyor.

2013 senesinde bir röportaj için ilk karanlık odasının olduğu dükkana uğradık. Tezgahta oturan kişi “Ara Ağabey üst katta sizin bir sürü fotoğrafınız vardı, hepsini attık” dedi. Benim gözler yerinden çıkacak gibiydi. O ise hiç umursamadı.

Foto Muhabirliği

Ara Güler, 1950 yılında Yeni İstanbul Gazetesi’nde foto muhabirliğine başlıyor. İşe, spor ve polisiye olayların fotoğraflarını çekerek başlıyor. Spor foto muhabirliğinde kale arkasında hareketi yakalamayı, polisiye olaylarda anı yakalamanın dışında hızlı olmayı, zamanla yarışmayı ve gazeteciliği öğreniyor. Arşivinde henüz bir spor fotoğrafı ile kimse karşılaşmadı. Muhtemelen arşiv taramasında spor fotoğraflarını sadece gazete kupürlerinde görebileceğiz.

İlk Foto Röportaj

Ara Güler sokağın dilini bilen, kolay iletişim kuran bir fotoğrafçıydı, bu fotoğraflarına da yansıtırdı. İlk röportajını Kumkapı balıkçıları ile yapmıştı. O gün çektiği fotoğraflardan bazıları, onun en güzel İstanbul fotoğrafları arasında yer alır. Balıkçı sohbetlerini sevdiğini söylerdi.

Ben İstanbul ile Ara Güler arasında bir aşk olduğunu düşünürdüm, İstanbul tüm güzelliklerini onun objektifine sunuyor, o da bu anları ölümsüzleştiriyor. Ara Güler’in efsane olmasında aslan payı İstanbul’undur. İstanbul’da sürekli gittiği, kendini bulduğu, anılarını tazelediği özel yerleri vardı. Bazen “Hadi fenere gidelim, Süleymaniye’ye, Emirgan’a gidelim” derdi, işim var usta dediğimde fırça atardı.

Ara Güler, Sabahattin Eyüboğlu’ndan çok etkilendiğini, çok şey öğrendiğini söylerdi.

Kendini mesleki olarak geliştirmek için zamanın en büyük dergileri Camera ve Leica Photography’nin sıkı takipçisi oluyor.

Kameranın bir araç olduğunun farkında ama “ustamız” dediği deha düzeyinde yetenekli, daha sonra arkadaşı olan Henri Cartier Bresson ve Robert Capa, Leica kullandığı için kendisinin de hayali bir Leica sahibi olmak.

Fotoğrafın, makinadan önce zihinde çekildiğini söylerdi. Dillere pelesenk olmuş “En iyi daktilolar en iyi romanı yazsaydı, en iyi fotoğraf makinaları da en iyi fotoğrafı çekerdi” sözü, fotoğrafçıların fotoğraf makinasına takılıp kalmamaları gerektiğini vurgular.

1954'de Hayat Dergisi'nde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başlar Ara Güler. 1958'de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto muhabirliği görevlerini üstlenir.

Bu arada dünyanın en saygın foto muhabirleriyle dostluklar kurar. Hatta İstanbul’a geldiklerinde Ara Güler onlara eşlik ediyor. Henri Cartier Bresson, Robert Capa, Sebastio Salgado… Ayrıca benim şahit olduklarım da var: Josef Koudelka, Marc Riboud, Filip Jones Griffiths, Bruno Barbey, Steve McCurry, Nikos Economopoulos, Reza, Raghu Rai…

Ara Güler, “Ben geçici meşhurları değil, daimi meşhurları çekmek isterim” derdi. Dünyadan ve Türkiye’den birçok ünlü kişi onun objektifine poz verdi. O çektiği insanın ruhunu yakalamak için sınırları zorlayan, kendi tabiri ile “doyumsuz” bir fotoğrafçıydı. “Ben olmasam Türk Edebiyatı yüzsüz kalacaktı” derdi.

“Ben gazeteciliğim boyunca üç önemli röportaj yaptığımı düşünürüm” derdi, “Nemrut dağı, Nuh’un gemisi ve Afrodisias.” Bense en güzel röportajının en uzun soluklu işi olan “İstanbul” olduğunu düşünüyorum.

British Journal of Photography Yıllığı, 1960 yılının 7 yıldız foto muhabirinden biri olarak Türkiye’den Ara Güler’i seçmişti. 1962'de Almanya'da çok az fotoğrafçıya verilen "Master of Leica" unvanını kazandı. Ara Güler 90 yıllık ömründe deklanşör sesi ile yaşamış, geride iki milyon fotoğraf bırakmış, bu ülkenin görsel belleğine en büyük katkıyı sağlamış kültürel miras!

Ara Güler ve Müze

Ara Güler’in evini ofisini biler bilir, o boş film kutularını bile atmamış, sanki bir müze kurulacak gibi kişisel eşyaları bile duruyor. Bir fotoğrafçının yaşayabilmesi için müzenin şart olduğunu söylerdi.

Usta foto muhabiri Ara Güler ile Doğuş Gurubu, Ara Güler’in Beyoğlu Ara Güler Sokağı 4 numarada bulunan, galerisi ve ofisinin olduğu Güler Apartmanı’nı yıkarak, yerine Türkiye’nin ilk fotoğrafçı müzesini kurmak için 2016’da Ara Güler Doğuş Sanat ve Müzecilik A.Ş. şirketini kurdu. İki yıl boyunca Ara Güler’e ait sayısız fotoğraf ve belge numaralandırılmış, Doğuş Gurubu’na ait Bomantiada’ya taşınmış, tasnifleri yapılarak dijital ortama aktarılmıştı. Galatasaray’daki müze yapılana kadar, Ara Güler’in fotoğraf dünyası, geçici müze mekanı Bomantiada’da olacaktı. Müze, kapılarını fotoğraf severler için 16 Ağustos 2018’de “Islık Çalan Adam” sergisi ile açmıştı.

Müzenin açıldığı gün, akşama kadar birlikteydik, geçici müzenin açılmasından mutluydu ancak bir an önce Beyoğlu’ndaki binanın bitmesi gerektiğini söylerdi. O duvarlarda insanlar fotoğrafa bakınca konuşacaklar ve ben olanları duyacağım derdi.

Usta ile fotoğrafları üzerinden konuşmak isterseniz konuşun! O sizi duyacaktır.

 

 

Yazdır e-Posta